Açık Toplum ve Düşmanları

Neoliberal ideolojinin fikir babalarından sayılan Karl Popper’in magnum opus’una koyduğu başlık “Açık Toplum ve Düşmanları” idi. Artık “açık toplum” kavramını spekülatör Soros’un bu isimle kurdurduğu örgütlerden ve onlar marifetiyle gerçekleştirdiği “renkli” darbelerden ve komplolardan tanıyoruz. Soğuk Savaş döneminin “Hür Dünya” adlandırmasıyla bir akrabalığı olduğu aşikar…

Yüksek Askeri Şura’da yaşanan terfi krizi bahsinde İslamcı-liberal kesimde bunu yazan oldu mu bilemiyorum: “Türkiye artık açık bir toplum oldu!” Açık Toplum Enstitüsü'nden fonlananlar dört sütuna “Açık Toplum ve Düşmanları” diye manşet atsalar şaşırmayız. Yazmıyorlarsa akıllarına gelmediğinden değil, Sorosçuluğun Türkiye’deki pejoratif çağrışımları nedeniyle olduğunu sanıyorum. Söz konusu çağrışımların barındırdığı anlam kümesi içerisinde “darbecilik” de vardır, belki de bundan çekinmekteler.

Ancak İslamcı ve liberal basın “açık toplum”un ima ettiklerini başka sözcüklerle ifade ediyor bunu biliyoruz. Örnek: “Türkiye normalleşiyor”…

Neden?

“Efendim, iktidarın başında hükümet, onun da başında başbakan var. Başbakan çalışmak istemediği bürokratı, o kişi asker de olsa, atamama hakkına sahiptir. Üstelik ‘teamüller var’ gerekçesiyle ‘kapalı bir kurum’ yaratmış olan ordunun iç mekanizmalarının dokunulmaz ilan edilmesi, TSK’nın demokratik denetimden ari tutulmasına neden olmaktadır. En Kahraman Erdoğan ve hükümeti işte bu vesayet rejimine, üstelik ‘kefenini de giyerek’ kılıç atmış ve ülkeyi normalleşme sürecinde dev adımlarıyla ilerletmiştir.”

O halde normalleşme dedikleri “açık toplumdur”. Tam da Popperci ve Sorosçu anlamıyla ve onun bütün neoliberal imalarıyla…

“Açılmak iyidir” mi diyeceğiz? Önce “bu açık toplum neye benziyor?” diye sormak durumundayız.

Doğrusu, Kara Kuvvetleri’nin veya Genelkurmay’ın başına kimin geleceğinden daha önemli olan soru - ya da asıl soru diyebiliriz - budur. Nasıl bir toplum tasarlıyorlar ve bu toplumu hangi araçlarla yaratıyorlar?

Birincisi, AKP’nin “normalleşen” veya “açılan” Türkiye’si bir keyfi iktidar düzenidir. AKP’nin “açık toplumu”nda neyin normal, neyin anormal olduğunu başbakan söylemektedir “norm”u belirleyen iktidardır. Örneğin cemaatin Zaman’ında günaşırı bir takım şeyhlerin çıkıp, “referandumda evet oyu verin, demokratikleşme bunu gerektirir” demeleri “normal”dir. “Bu adamların görünüşleri, kıyafetleri, dilleri bile normal değil ki, bunların lafıyla normalleşelim” demek ise “anormal”dir. Çünkü “açık toplum” emperyalizmle ve tekellerle bütünleşmiş bir cemaat ve tarikatlar düzenidir. Açık toplumda hiçbir şey “açık” değildir.

“Hükümet şu bürokratlarla, şu paşalarla çalışmak istemiyor”… Bu da “normal”dir. Peki neden? “Haklarında şaibeler var, darbe söylentileri var.” Burjuva anlamıyla dahi hukuku, yazılı kuralları, kale alan bir devlette haklarında suçlama olan kişiler doğrudan suçlu muamelesi görmez. Görmeleri normalse, yani bir takım isimler suçlu ilan edilip, isimlerinin üzerine bir çizik atılabiliyorsa ortada bir “keyfi iktidar” vardır. “Açık toplum”un birinci kuralı demek ki budur…

Otuz yıldır halkın alın teriyle yaratılmış olan işletmelerin, memleketin taşının toprağının, kıyısının, ormanının, madeninin, limanının tekellere peşkeş çekilmesini “normal” kabul eden, bu süreçte OYAK vasıtasıyla parsadan payını toplamaya bakan TSK’nın keyfi iktidarın kalem darbelerine direnmesi söz konusu olamaz. Tekellerin cemaat-tarikat düzeniyle bütünleşmesinin zeminini düzleyen TSK’nın yüksek komuta kademesi, artık “bir çiziklik”tir. Bu da bizi “açık topluma açılma”nın ikinci kuralına getirmektedir.

O da şu: Keyfi iktidarın, buna faşizan düzen de diyebiliriz, kendi düşmanlarını tayin etmek konusunda sınırsız bir hareket alanı vardır. Popper’in “Açık Toplum ve Düşmanları” demesi bir tesadüf değil, “düşmanlar” tanımlanmadığında “açık toplum”un ifade ettiği düzen de tanımsız kalmaktadır. Keyfi iktidarın düşmanları birer kukla değişkendir ve ikinci kural da budur. “Düşmanlar” olmadan, “açık toplum” da yoktur.
YAŞ krizi örneğinde, terfi ettirilen veya ettirilmeyen paşaların kim oldukları, ne yaptıkları, ne söyledikleri bir aksesuardır, kanımca hiçbir önemi bulunmamaktadır. Paşalar “kukla değişken”dir ve “kim gelecek?” sorusu bir oyalama sorusudur. Esas olarak bu müdahale sürecinin toplumu istenen yöne doğru “açmanın” bir manivelası olarak kullanılması ve En Kahraman Erdoğan'ın namını büyütmesidir.

Üçüncüsü, liberal devlet öğretisinin ana düsturlarından bir tanesi olan “liyakat sistemi”nin “açık toplum”un ihtiyaçları doğrultusunda yeniden kurgulanmasıdır. Terfi ettirilmeyen paşalar liyakat sahibi miydi konu bu değil… AKP’nin “açık toplumu”nda liyakat ölçütlerini de, bu ölçütlere ne zaman başvurulup ne zaman başvurulmayacağını da belirleyen keyfi iktidarın ta kendisidir.

Derin eşitsizliklerle malul tekeller düzeninde liyakat sisteminin eninde sonunda bir kifayetsizler iktidarına dönüşeceğinin canlı kanıtları bizzat iktidarda bulunmaktadır. Bu kifayetsizler, paryalarının göğsüne türlü nişanlar takıp, onları iktidar mekanizmasının sağına soluna yerleştirirken bunun “liyakatten kaynaklanan meşruiyete” dayandığını ileri sürebilmektedir.

AKP’nin “açık toplumu”nun dayandığı bu yozlaşmış liyakat rejiminin hazırlanmasında piyasacı ve Amerikancı zihniyetin mümbit bir yatak işlevi gördüğünün sayısız örneğini verebiliriz. Akla gelen örneklerden bir tanesi, ülkenin kalburüstü üniversitelerinde hoca olabilmek için ABD’den diploma alınmasının “teamüle” dönüştürülmüş olmasıdır. Buna direnilmezse, üniversiteleri cemaatçilerin basması da liyakate dayalı teamüllere uygun kabul edilir ve “normal” diye ilan edilir. Tıpkı orduda belirli bir seviyenin üzerinde yükselmenin ölçütünün NATO tedrisatından geçmek olması gibi… Liyakatin kaynakları bunlar olduğu sürece “teamüllerin” keyfi iktidarın ihtiyaçlarına göre yeniden tanımlanmasının önüne geçemezsiniz. Toplum örgütsüzleştirilir, Amerikancılık ve para her kapıyı açan anahtar olarak tanımlanırsa liyakat sistemi kifayetsizlerin, ahmakların keyfi iktidarına dönüşür ve bu da “normal”dir.

AKP’nin “açık toplum”unun ya da onların deyişiyle “normalleşme sürecinin” panzehiri nedir? Panzehirin, üzerine “şu paşa gelseydi…”, “bu paşa istifa ederek çok onurlu davrandı” gibi etiketler yapıştırılmış şişelerin içinde aranmaması gerektiğinin altı kalın bir biçimde çizilmelidir.
“Açık toplum”un ilacı, örgütlü halktır. Kendine kukla düşmanlar yaratıp, onlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynayan ve bu süreçte esas olarak toplumu kapısını kim çalarsa çalsın “bana uyar” deme noktasına getiren bu keyfi iktidara karşı durabilecek yegane güç budur: AKP’nin “açık toplumunu” ancak “Hayır!” demeyi, hesap sormayı bilen örgütlü halk durdurabilir. “Açık topluma” da onun “düşmanlarına” da Hayır! demeyi bilen halkın örgütlenmesi tek kurtuluş yolumuzdur.