Üç hırsız, bir mağdur, bir de turuncu boyalı biber gazı

Eskişehir’de aynı gruba bağlı üç ayrı fabrikada çalışıyorlar. Entil Endüstri, Hapalki Döküm ve Tarkon Makine. Yaklaşık 500 kişiler. Metali eritip kalıba döküyorlar. Aralarında dökümhanede yirmi yılı devirenler var. Önceleri yaptıkları iş değirmenlerde un öğüten büyük küreler dökmekti, şimdi ürettikleri parçalar otomotivden denizcilik sektörüne, dünyanın dört bir yanına ihraç ediliyor.

Geçen hafta polisin yakın mesafeden suratlarına sıktığı turuncu boyalı gazla gündem oldular. Oysa alamadıkları ücretler ile üstüne yatılan kıdem ve ihbar tazminatları için haftalardır mücadele ediyorlardı. Basın açıklamaları, TMSF kapısında protesto, fabrikada eylem, kent meydanında açlık grevi… O gün de Ankara’ya yürümek için toplanmışlardı.

Bu düzen bir yürüyen, bir de grev yapan işçiden hep çok fazla korkmuştur. Şimdi ortalık bunca karışıkken, bir de siyasi iktidar-patron organizasyonu nedeniyle hak kaybı yaşayan işçilerin tabana kuvvet başkente yürüyüşü yeterince korkutucu olmalıdır.

O günden geriye karakolda ters kelepçeli işçi temsilcileri, gazın etkisinden kurtulabilmek için hastanede gözleri oksijenle temizlenen işçiler ve midesi yıkanan sendika başkanı kaldı. İşçilerin deyimiyle yürüyüş “kimyasal şiddetle” engellendi. 

Patrona gelince… 

Zeytinoğlu, kentin köklü ailesidir. Atadan dededen Halk Partili olarak bilinir. Hatta ailenin ikinci kuşak temsilcisi Mümtaz Zeytinoğlu için kızının “TİP’e yakındı” dediğine bile rastlanmıştır. Gönlü kimdeydi bilinmez ama Türkiye geleneksel burjuvazisinin Anadolu’daki temsilcilerinden oldukları kesindir. Bir de öncesini bilmem ama son yirmi yılda biri sarı sendikaya götürme, diğeri yeni kurduğu fabrikada Birleşik Metal’in örgütlenmesine karşı işçileri kapının önüne koyma girişimine tanıklığım vardır. Kısacası işçi direnişiyle yola gelen patronlar arasındadır. Yoksa burjuvanın solcusunun da sağcısının da, eski jargonla kompradorunun da millisinin de gönlünde yatan örgütsüz işçidir.

İşçiler bu fabrikalarda ağır çalışma koşulları, bir dönem işyerine musallat edilen taşeron belası, patronun kurduğu yeni fabrikaya sendika sokma mücadelesi derken bir de TMSF sürprizi ile karşılaştılar. 2009 yılında, grubun batık bankası Esbank’ın borçları nedeniyle TMSF ikinci kez grup şirketlerine el koydu. 

TMSF tam 10 yıl bu şirketleri yönetti. Zaten kârlı şirketler bu dönemde de para bastı. Sonra operasyon başladı. Önce Halkbank’tan yüklü miktarda kredi çekildi, ardından bu parayla Ethem Sancak’ın BMC’sinin makine parkındaki tüm eski tezgâhlar satın alınarak Eskişehir’deki fabrikaya getirildi. İşçiler makinaların büyük bölümünün bir kere bile çalıştırılmadığını, önemli bölümünün ise ancak hurda fiyatına satılabileceğini söylüyor. Operasyon “yatırımdan” kısa süre sonra TMSF’nin şirketleri eski patrona iade etmesiyle sonuçlandı.

Zeytinoğlu önce maaşları geç ödemeye, sonra hiç ödememeye başladı. Evet, TMSF yaptığı operasyonla şirketlerden Ethem Sancak’a hallice sermaye aktarmıştı ama Zeytinoğlu’nun da işini yürütecek kapıları açık bırakmıştı. Müşteriler korunmuştu, siparişler vardı. Üstelik devirden sonra, grubun herhangi bir varlığına haciz işlemi konulmaması için sağlanan iki yıllık koruma da bulunuyordu. Dört aydır maaş alamayan işçiler için bunun anlamı, alacakları için haciz işlemi yapamamak oldu.

Devlet sermayeye kaynak aktarıyor, sonra o kaynağı bir diğerine transfer ediyor. Bu operasyonla yandaş ihya edilirken, cezalandırılan sermaye grubuna da biraz çabayla eski günlerine dönme olanağı sunuluyor. Al gülüm ver gülüm! Bu alışveriş sırasında olan işçiye oluyor. Ücret alamıyor, tazminatları yanıyor, alacağını tahsil edemiyor. Üstelik tüm bu hak gaspı hukuka uygun işliyor. TMSF, Sancak, Zeytinoğlu ve bir de işçiler. Üç hırsızla bir mağduru olan bir soygun hikayesi.

İşte bunun adına sermaye düzeni deniyor.

Geçen haftaki kimyasal şiddetin kamuoyunda gördüğü tepki, Bakanlığın konuyla ilgili sendika yetkililerini görüşmeye çağırmasını sağladı. Görüşmeler bu hafta da devam edecek.

Bu direniş, işçinin ancak örgütlü davrandığında kendisini yok sayanların bundan vazgeçmek zorunda kaldığını bir kez daha gösterdi. Hak alabilmenin yolu buradan geçiyor. 

Bu tip hak gasplarının yaşanmasını kalıcı olarak önlemenin yolu ise devletleştirmeden geçiyor. Yani fabrikaların, çiftliklerin, tüm üretim ve hizmet araçlarının kamu mülkiyetine geçirilmesi.

Bu çözümde sadece işçiler kazanır. Oysa şimdi sadece patronlar kazanıyor.