TÜSİAD hükümete bayrak mı açtı?

TÜSİAD başkanı Cansen Başaran Symes, Başbakan Binali Yıldırım’ın da davet edildiği Yüksek İstişare Kurulu toplantısında hükümeti ajandadaki tüm başlıklarda eleştirdi. Symes konuşması OHAL uygulaması, KHK’lar, AB ile yaşanan gerilim, idam cezası tartışması, ekonomi yönetimi, Ortadoğu politikası, laiklik gibi konularda sert eleştiriler yaptı.

Toplantı sonrası TÜSİAD’ın ne kadar yerinde tespitler yaptığını söyleyenler oldu. Hatta TÜSİAD’ın hükümete artık bayrak açtığına kanaat getirenler bile oldu.

Bu tepkileri okuyunca, polisin Gezi Parkı’na saldırıldığı akşam Divan Oteli’nin direnişçilere sığınması için kapılarını açmasından duyulan heyecanı hatırladım. Açılan o kapıyı Mustafa Koç için cennete açılan kapıya benzetenler de oldu, yazısına “İki Mustafa” başlığı atanlar da. Bu tuhaflığa alışılıyor galiba.

Bizse “KOÇ olmadan Erdoğan olmazdı” demeyi sürdürüyoruz. TÜSİAD başkanının toplantıda Binali’nin yüzüne karşı söylediği sert eleştirilerden her birinin tarihsel sorumluğu doğrudan Türkiye’nin geleneksel sermayesindedir. Ekonomik krizlerin yıkıcılığının, laikliğin çöpe atılmasının, darbelerin ve savaşların temel nedeni patronların aç gözlülüğüdür. Erdoğan’ın patronlarla ortaklığı, Gülen cemaati ile olduğundan daha köklüdür.

Peki neden patronlar eleştiri dozunu yükseltti? Gerçekten birilerinin umutlandığı gibi bir bayrak açma durumu mu söz konusu olan? 

Türkiye burjuvazisi uzunca bir süredir endişeli. Bunu çeşitli kaynaklardan izlemek mümkün. İç ve dış politikada yaşanan istikrarsızlık ile AKP’nin uyguladığı politik şiddete bir de kriz beklentisi eklenmiş durumda. Bu güvensiz ortamda sermayenin temel dürtüsünün “yönetmek” olduğunun altını çizmeliyiz. Bu açıdan bakıldığında Aydın Doğan’ın Hürriyet’indeki Erdoğancılık ile TÜSİAD’ın Binali’ye salladığı parmak son derece tutarlıdır. Geleneksel sermayenin motivasyonu yönetmek ve daha fazlasını istemektedir.

Kriz kapıda ve özellikle 15 Temmuz’dan buyana ülkenin neredeyse bütün kaynakları önlerine altın tepside sunulan patronlar, şimdi daha fazlasını alabileceklerini biliyorlar.

AKP debeleniyor aslında. Hem AB ile gerilimi tırmandırıp hem bizim patronların kendilerini güvende hissetmesini sağlamak pek mümkün değil örneğin. Binali de bunu bildiğini saklamıyor ve toplantıda patronların belirsizliklerden duyduğu huzursuzluğu anladığını ve bunu çözmek için çok çalıştıklarını söylüyor.

2008-2009 pratiği, AKP’nin kriz döneminde patronlar için neler yapabileceğinin somut örneklerini içerdi ve bu herkesin hafızasında. Temel politika “işçi sınıfından alıp sermaye sınıfına vermek” üzerine kurulmuştu. Kriz, ücretlilerin üzerine yıkılmıştır. O dönem işçiler aylarca değil, yıllarca zam almadan çalıştılar, işten çıkarıldılar, ücretsiz izne zorlandılar. Esneklik, güvencesizlik ve işsizlik iç içe geçti.

İşçilere ödettirilen fatura patronlara kaynak oldu. Fazlaca örneği var. Kullanımı sadece işsizlik ödeneğiyle sınırlı olan İşsizlik Sigortası Fonu patronların kullanımına açıldı. İşçiler için ödenen SSK primleri hazineden karşılandı. Özelleştirmeler hızlandırıldı, teşvik olanakları genişletildi. İşçinin cebinden patronun cebine koyma denilen şey buydu.

15 Temmuz sonrası bundan daha azını almadılar. Bölgesel teşvik sistemi Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da “cazibe merkezleri” adıyla genişletildi ve buralarda patronlara ek teşvik kalemleri sunuldu. Binali’nin tabiriyle “konfeksiyon usulü” teşvik yerine “ısmarlama” sistemine geçildi. Yani patronlara verilecek teşviklerin içeriği ve büyüklüğü masada yapılacak pazarlıkla belirlenebilmesi mümkün kılındı. Geçen sene yüzde 30 artan asgari ücretin patronlara getirdiği ek yükün neredeyse tamamı devlet tarafından karşılandı. Yeni bir kaynak fonu, Varlık fonu kuruldu. Benzer bir işlev görecek Bireysel Emeklilik Sistemi’ne katılım 2017 başından itibaren zorunlu hale getirildi. ÖTV düzenlemesi, ihalelerde teminat kolaylığı ve başka mikro düzenlemeleri saymıyorum bile…

Şimdi TÜSİAD tüm bunlara rağmen, hem de onur konuğu olarak davet ettiği toplantıda Başbakan’a parmak sallıyorsa, bu ne nankörlükten ne de bayrak açmaktan kaynaklanıyor. Öncelikli dürtü “daha fazlası” içindir. Yönetecekler ve daha fazlasını alacaklar.

Daha fazlasının işçi sınıfının sırtından olacağını ise sanıyorum hatırlatmaya bile gerek yok.

Diyelim ki öyle değil ve bu kez patronlar gerçekten daha cesur davranıp bayrak açıyorlar. Ne olacak? Laiklikten dem vuruyor ya TÜSİAD başkanı, Erdoğan’ı patronların devirdiği bir Türkiye’de kız çocuklarının diri diri yandığı tarikat yurtları mı kapatılacak birer birer. Ya da geçtiğimiz haftaki KHK ile genişletilen grev yasaklarından mı vazgeçilecek. Patronların dizayn ettiği yeni hükümetin Bakanlar Kurulu hiç grev ertelemeyecek mi bundan böyle. Asgari ücret yoksulluk sınırının üzerine mi çıkacak ya da iş cinayetlerinde ölümler mi duracak?

TÜSİAD’ın hükümet eleştirisinden “umut” çıkaranlar bu sorularla bir daha düşünsün. 

Bizse patronlardan medet ummak yerine işimizi yapmaya, en gür sesimizle işçi sınıfı demeye, bütün gücümüzle orayı örgütlemeye devam edeceğiz.