Sendikacının ölümü

Bir İngiliz sendikacı henüz sanayi devriminin başında genç burjuvazinin kâr hırsını şöyle anlatıyordu: Kâr elverişli oldu mu kızışır, yükseldiğinde delice bir cesarete gelir, daha fazlasında bütün insani yasaları ayaklar altına alabilir, en yükseğinde işleyemeyeceği cinayet yoktur, hem de darağacı pahasına…

Kapitalizmin tarihi, patronların daha fazla sömürü için işlemeyeceği cinayet olmadığının kanıtlarıyla dolu. “Eşitlik, özgürlük, adalet” sloganıyla yola çıkan burjuvazi kendi düzenini, hakları için mücadele ederken öldürülen işçilerin üzerine kurdu. 8 saatlik iş gününden hafta tatiline, sendikalaşma özgürlüğünden seçme seçilme hakkına kadar, ne çok hak mücadelesinde işçilerin kanı döküldü… Ne kadar fazla işçi önderi sınıflar mücadelesinde katledildi…

Bizim yakın tarihimiz de bu cinayetlerle dolu değil mi?

1980 yılına ait üç tarih, sendikada yaptığımız işçi eğitimlerin konusudur. 24 Ocak’ta alınan ekonomik kararların işçi sınıfının mevcut örgütlülüğünü dağıtmadan ve bu örgütlülük sayesinde elde ettiği kazanılmış haklarını ortadan kaldırmadan hayata geçirilemeyeceğini, 12 Eylül’de yapılan darbenin sermaye için böyle bir alan temizliği anlamına geldiğini o eğitimlerde tartışırız işçilerle. Bu tartışmanın üzerine, Kemal Türkler’in “bizi yok etmeden uygulayamazlar” diye yorumladığı 24 Ocak kararlarından birkaç ay sonra, Temmuz ayının 22’sinde, evinin önünde katledilmesi daha büyük fotoğrafı görmelerini sağlar.

Onun katilleri, DİSK’i kapatıp ülke yönetimini MESS başkanına teslim ettiler. Kemal Türkler’in katili cuntasıyla, tetikçi faşistiyle, grev kırıcı sarı sendikasıyla bir bütün olarak patron cephesiydi.

Çok cinayet işlediler, hem de çok.

Kenan Budak bir diğeridir örneğin. DİSK çatısı altında deri işçilerinin örgütlenmesi için mücadele veren devrimci bir sendika lideri olan Budak, Kemal Türkler’den tam bir yıl sonra, 25 Temmuz 1981 yılında pusuya yatmış polisler tarafından sırtından vuruldu. 12 Eylül sonrası işçi hareketinin teslim alınmaması için mücadele ederken.

O kadar çok işçi önderini katlettiler ki…

Bursa Tofaş’ta işçilerin DİSK örgütlenmesini engellemek için sarı sendikanın adamlarına üzerinde bozkurt amblemli bildiriler dağıttırıp, açtıkları ateşle öldürdükleri Maden-İş üyesi Muammer Çetinbaş’ı unutmak mümkün müdür? 

Ya da Otosan’ın önünde benzer bir silahtan çıkan kurşunun kalbine saplandığı Mustafa Benlioğlu’nu hatırlamamak?

Bir de böyle hatırlamadıklarımız var. 

Başında Şemsi Denizer gelir. Yıldızı büyük madenci yürüyüşü ile parlayan, daha sonra Türk-İş Genel Sekreterliğine kadar “yükselen” Denizer, 6 Ağustos 1999 tarihinde gece evinin önünde, Mercedes marka arabasının içinde üzerine boşaltılan bir şarjör dolusu mermiyle yaşamını yitirdi. Katil Cengiz Balık’ı herkes Denizer’in “sağ kolu” olarak biliyordu. Kongrelerde Denizer’in seçilebilmesi için delegeleri silahla tehdit etmesi en önemli işleri arasındaydı. Sonra bu ortaklık kanla bozuldu. Balık, Denizer’in kendisine 40 milyon lira borcu olduğunu söyledi. Şemsi Denizer’e çok büyük bir cenaze töreni düzenleyip, tabutu başında “büyük sendika lideri” diye övgüler dizdiler. Ama bu methiyeleri dizenler hikâyenin bu kısmını hiç dile getirmediler.

En sonunda Lastik-İş Genel Başkanı Abdullah Karacan’ın, sendikanın yetkili olduğu bir fabrikanın içinde, temsilcilik odasında kendi silahıyla bir işçi tarafından vurulması var. Olay sırasında işçinin temsilcilik odasından dışarıya kaçtığı, sonra kalabalık bir topluluk tarafından dövülerek yeniden içeriye sokulduğu görüntüleri hep birlikte izledik.

Bu olay nasıl hatırlanacak peki?

Tıpkı Şemsi Denizer’in hikayesinde olduğu gibi bunda da herkes olayı istediği gibi anlatacak, onda kuşku yok. İşine geldiği gibi. Öyle ya, nasıl olsa işçi lideri dediğin belinde silahla fabrikada dolaşır, patronun isteğini yerine getirmeyen işçiyi ikna etmek için belindeki silahı masanın üzerine bırakır, dediğini yapmayan işçinin aklını başından sendika odasında alır. Tüm bunlar sırasında başına ters bir şey geldiğinde olay “fabrika ziyareti sırasında uğradığı silahlı saldırı sonucu” diye yazılır, cenaze töreninde en keskininden “onu yaptıklarıyla yaşatacağız” sözleri verilir.

Kim ne derse desin, kimin işine nasıl gelirse gelsin, esas olan olayları tarihin nasıl yazacağıdır. Yazılan o tarihte Kemal Türkler’e, Kenan Budak’a, Muammer Çetinbaş’a, Mustafa Benlioğlu’na 2018 yılından bir özür borcu kalır.