Renault’daki şebeke

Başlığa bakıp “memleketi şebeke yönetiyor, fabrikadakinin lafı mı olur” dendiğini duyar gibiyim.

Doğrudur ama sadece bu söylenirse eksik olur.

Çünkü memleketi yöneten şebekeyi şebeke yapan, o fabrikaların patronlarıyla, onların örgütleriyle ve hepsinin hem ortağı hem hamisi olan uluslararası tekellerle var olan kanlı-canlı ilişkidir.

Renault’ta, Tofaş’ta ya da memleketin başında, birbirinden farklı değildir. Siz “sermaye cephesi” diye okuyun, ben adına “şebeke” diyorum.

İşçi düşmanlığında “istikrarlıdır” bu şebeke. Bugün de öyledir. Vaşington’un Ankara’ya parmak sallama periyodu neredeyse gün aşırıya düşmüş, dört bir yanda patlayan bombalar memleketi yangın yerine döndürmüş, Hükümet hem içerde hem dışarıda istikrar yerine kaosla anılmaya başlamış olabilir, fark etmez.  Hal böyleyken Bursa’da emniyet müdüründen valisine, bakanından cumhurbaşkanına kadar herkesin devrede olduğu bir “işçi operasyonunun” tamamlanması tek bir anlam taşır. Hükümet patronlara “size karşı asli görevimi yerine getirebilmek için en zor şartlarda bile seferber olacağım” demektedir.

Siyasi iktidar sermayeden güç alır ve aldığı yere güç verir. Bizim şebeke  “hak arayan işçi belasından” patronu kurtarmak için kendisinden ne isteniyorsa yapacağını Bursa’da bir kez daha göstermiştir.

Şimdi Bursa’da işçi kardeşim olan biteni fabrikadan bakarak anlamaya çalışıyor ve yaşananlardan sonra fabrikadaki şebekenin “Reno’nun şişmanından” ibaret olmadığını görmeye başlıyor.

Renault işçileri yakasına sülük gibi yapışan sarı sendikadan ve sefalet ücretiyle çalışmaktan kurtulmak için çıktığı yolda neredeyse bir yılı geride bıraktı. Birkaç hafta önceki büyük kavgada yara alırken, şebekenin nasıl çalıştığına da tanık oldu.

Ne mi oldu?

Önce Türk-İş yönetimi Cumhurbaşkanı’nın yanına çıktı. Beştepe’deki Külliye’de etek öpüldü, arzuhal edildi, aman dilendi.

Ertesi gün iki iş müfettişi fabrikadaydı. Tam iki hafta fabrikaya yatağı seren müfettişler, kameralı odalarda işçileri sorguladı.

Aynı gün Ankara’da Çalışma Bakanı ile birlikte iki bakan, müsteşarlar ve daire müdürleri Renault yönetimiyle toplandı. Fabrika içinde sıfırlanmış olan sarı sendikanın haricinde herhangi bir temsiliyetin söz konusu edilmeyeceği kararlaştırıldı.

Birkaç gün sonra Türk-İş yönetimi, bu kez Bursa’daydı. Vali’nin ardından Emniyet Müdürü’yle buluşuldu. İşçi çıkartılacak, tepki olursa müdahale edilecekti. Olur alındı, el sıkışıldı.

Sonra çıkış listeleri hazırlandı. İşçi örgütlüydü ve çıkış olursa eylem olacağı açıktı. Fabrika tatil edildi. Önce 10 öncü atıldı. Ertesi gün işçiler fabrikaya gelip eyleme başlayınca içeride ve dışarıda yığınak yapmış polis işbaşındaydı. Baskı, gözaltı ve tutuklama tehdidi ardı ardına geldi.

İşçiler her şeye rağmen arkadaşlarına sahip çıkmak için üç vardiyada da onurlarıyla direndi. Gücü bir saatten sonra tükendi. Teslim olmadı, ama ağır bir darbe aldı.

Bir hafta sonra, Renault işçilerinin işten atılmalara karşı yaptığı bu eylemin, ekonomiyi vurma amacı taşıdığını söyleyecek kadar alçaklaşan MESS’in genel sekreteri bu şebekenin neresindeydi? Ya da 8 Mart’ta sarı sendikanın toplantısına katılıp kürsüden “Bursa’daki fabrikaları kaynatmak istediler” diye konuşan Cumhurbaşkanı?

Renault’taki şebeke ortada. Mücadele ise nerede kalmışsa oradan devam edecek.