Örgütsüz işyeri cennetinde asgari ücret tiyatrosu

Şu sıralar ülke işçilerin örgütlü olmadığı işyerine benziyor. Bir bakmışsın milyonlarca çalışan zorla bireysel emeklik sistemine sokuluvermiş, bir bakmışsın bir KHK ile devlet memurlarının iş güvencesi ortadan kaldırılmış. OHAL yönetmelikleri, torba yasalar, peşi sıra bir de anayasa… Kime kimseye sorulduğu yok. Zaten sorulmasını bekleyen de yok. İşçi sınıfının üzerinde tepinen tepinene…

Örgütsüz işyerinde böyle yürür işler. Her şeyi tek taraflı olarak patron belirler. Zam mı yapılacak? O ne kadar uygun görürse. Biri mi işten çıkarılacak? O kimi isterse.

Yeni asgari ücretin belirlenmesinde de bu model işledi. Hatırlayanlar olacaktır, Ekonomi Bakanı Zeybekçi’nin daha asgari ücret tespit komisyonu toplanmadan ettiği “istemenin sınırı yok” sözleriyle başlamıştı süreç. İşyerinde patronlardan sıkça duyduğumuz laflardan biridir bu. Her şeyi talep etmeyi düşünebilirsin ama ne verileceğine ben karar veririm demektir. Zeybekçi de işin başında bunu dedi. Normaldir, çünkü kendisi de işyerlerinin tamamı örgütsüz olan bir tekstil grubunun patronudur. Asgari ücret tartışmalarında sınıfını doğrudan temsil etmiştir.

Finali ise dün Çalışma Bakanı Müezzinoğlu yaptı. 2017 yılı için asgari ücreti 1404 lira olarak açıklayan Bakan, neredeyse enflasyon oranına denk gelen bu artışı “ülke ekonomisinin elverdiği ölçüde…” diye gerekçelendirdi. Bu da bir patron klasiğidir. Örgütsüz işyerinde işçilere “işyeri koşullarının elverdiği ölçüde” zam yapılacağı söylenir ama o “işyeri koşulları” her ne hikmetse hep ücret artışı dönemlerinde elverişsiz olur. Çalışma Bakanı bu klasiği en iyi bilenler arasındadır. Zira o da kurucusu olduğu özel hastanelerin en az Zeybekçi kadar sıkı patronudur.

Dolayısıyla asgari ücret tespit komisyonunun patron temsiliyeti sadece TİSK’te değil, işyeri sahibi bakanlarıyla doğrudan hükümettedir.

Geçen yılki %30’luk artış yol kazasıydı. 2015 yılındaki seçim yarışı asgari ücrette, işçileri memnun etmese de patronların canını sıkacak ölçüde artışa neden oldu. Sonra kaşıkla verilen kepçeyle alındı. Artışın patrona getirdiği ek maliyetin önemli bölümü hazinece karşılandı. Böylece 2016 yılı boyunca yaklaşık 26 milyar liralık prim ödemesi patronların cebinde kaldı.

Dönelim yeniden bu seneki artışa ve şu komisyondaki “işçi temsilcisi” zırvalığına. Asgari ücret tespit komisyonunda işçi kesimini Türk-İş’in temsil ettiği söylenir. Oysa bir kez daha görüldü ki komisyondaki üçlü, TİSK, Bakanlık ve Türk-İş, birlikte ve iyi bir işbölümüyle sermaye sınıfını temsil ediyor. Yüksek enflasyon dönemine girilirken ücret artışının altışar aylık dilimler yerine yıllık olması önerisini Türk-İş’e yaptıracak kadar sıkı bir işbölümü söz konusu olan. Böylece olası altı aylık enflasyon farkının asgari ücrete yansıtılması ihtimali de Türk-İş eliyle rafa kaldırılmış oluyor.

Dolayısıyla komisyonda Türk-İş’in varlığı herhangi bir işçi temsiliyetine denk düşmüyor. Denk düşen adlandırma piyondur.

Bir de sendikalı olması işyerinin örgütlü olduğu anlamına gelmiyor. Bu konuda o kadar çok örnek var ki… Biz sadece AKP’nin yönettiği şirketlerden iki örnek vermekle yetinelim. THY’de hükümetin adamı genel müdür ile bir AKP’li milletvekili çocuğu olan sendika başkanı buluşup 10 binin üzerinde THY çalışanının toplu iş sözleşmesinde yer alan 2017 zamlarını nasıl iptal edeceklerini görüşüyor. THY’nin bakım şirketi Teknik AŞ’de, işçiler tehdit edilerek ve kimisi işten atılarak işyerine sokulan yandaş sendika, şirket yönetiminin çıkardığı bir genelgeyle teknisyenlerin kategorilerinin düşürülüp ücretlerinin neredeyse yarı yarıya indirilmesine çıt çıkarmıyor. Ve ikisinde de her şey gözler önünde ve gözlerin içine baka baka yapılıyor.

Örgütsüz işyerinde patron ne yaparsa o yasa olur. Bir süre sonra ücret alabildiğine duacı olman istenir. Ülke örgütsüz işyerine benzeyince, işçi ücretinin 1404, milletvekili ücretinin 26 bin 600 olması normalleşir.

Normalleşir de değişmez mi? Birileri çıkar işyerinde örgütlenirse işte o zaman hiç belli olmaz.