Krizi yönetiyorlar

Son iki hafta içinde açıklanan üç istatistik, yaşanan ağır ekonomik krizi sermaye sınıfının başarıyla yönettiğini gösteriyor. Kısaca bakalım.

TÜİK Temmuz enflasyon rakamını yüzde 1,36 olarak açıkladı. Bu artış, yıllık enflasyon oranını 16,7’ye yükseltti. Yıllık enflasyon geçen yılın Ekim ayından bu yana ilk kez yukarı yöne dönmüş oldu.

Döndü dönmesine ama yıllık enflasyonda genel düşüşün önümüzdeki üç ay devam etmesi bekleniyor. Bunun nedeni geçen yıl Kasıma kadar geçen üç ayda, aylık enflasyon oranlarının oldukça yüksek olması. (2018, 8-9 ve 10’uncu aylar, sırasıyla 2,30-6,30 ve 2,67). Zira TÜİK’in yıllık enflasyon hesabı bir önceki yılın aynı ayına kısayla yapılıyor.

Bu arada hemen bir yanlış anlaşılma ihtimalini düzeltelim. Fiyatlar düşmüyor, fiyatların artış hızı azalıyor. Temmuz ayında yaş meyve-sebze fiyatlarında yüzde 10’a yakın düşüş olmasına rağmen, bu ürünlerin yıllık ortalama enflasyonu hâlâ yüzde 44’ler düzeyinde. Son yirmi beş ay içinde enflasyonun eksi çıktığı sadece iki ay var.

Bir sürü şey söyleyebiliriz. En çok da hükümetin TÜİK’le, TÜİK’in de rakamlarla oynadığını. Kimse bu rakamlara inanmıyor, bu doğru. Ama diğer yandan pahalılıkla yaşamaya alışılıyor. Bunda borçlanma kanallarının hâlâ açık olmasının elbette payı var. Şimdi faizler de düştü ve vatandaşın telefonu ya “kredi verelim” ya da “kredinizi yeniden yapılandıralım” diyen bankacılar tarafından neredeyse her gün çalıyor. Hayat pahalı ama borçlanarak yaşamak mümkün! Şimdilik döngü böyle...

***

İkinci istatistik Temmuz ayı sonunda yine TÜİK’in açıkladığı “2018 yılı Hanehalkı Tüketim Harcaması” istatistiği. İstatistik, gelir gruplarına göre harcama kalemlerinin dağılımını da içeriyor. Sonuçlar çarpıcı:

 

Grafikte nüfusun en yoksul yüzde 20’si ile en zengin yüzde 20’sinin harcama kalemlerindeki payları görülüyor. Aradaki en büyük fark eğitim harcamalarında. En yüksek gelir grubu, tüm eğitim harcamalarının içinde yüzde 64’lük paya sahip. Bu rakam, en düşük gelir grubunun eğitim içindeki payının tam 32 katı. Nüfusun en yoksul kesimi eğitim harcamasındaki payı sadece yüzde 2. Aynı şekilde en yoksul kesimin Ulaştırma (seyahat), Çeşitli Mal ve Hizmetler, Eğlence ve Kültür, Lokanta ve Otel harcamaları da diğer kalemlere göre daha düşük paya sahip. 

Demek ki hayat pahalılığı ile yoksullaşan kitleler niteliksiz eğitime mahkûm kalıyor, neredeyse hiç seyahat etmiyor, yaşamsal ihtiyaçları dışında değişik mal ve hizmetlerden yararlanamıyor, eğlence ve kültürel faaliyetlere para ayıramıyor.

Grafiğe yansımışken sözünü etmeden geçmeyelim. En düşük gelir grubunun harcama kalemleri içinde diğer kalemlere göre üçüncü büyük paya sahip olan “sigara, tütün ve alkollü içecekler”. Bağımlılık, sürdürülebilir yoksulluk için sermaye sınıfının en güçlü silahı olmayı sürdürüyor.

***

Son olarak Temmuz ayının son gününde Resmi Gazete’de yayımlanan sendika istatistiklerindeki bir ayrıntıya değinelim. Çalışma Bakanlığı tarafından yılda iki kez yayımlanan bu istatistikte işçi sendikalarının üye sayıları ile işkolunda çalışan işçi sayıları yer alır. 

İşkollarındaki işçi sayısı değişimi dikkatlice incelendiğinde özellikle iki işkolunda sayının düzenli bir şekilde arttığı görülüyor. Bu iki işkolu “Sağlık ve sosyal hizmetler işkolu” ile “Ticaret, büro ve eğitim ve güzel sanatlar” işkolları. Geçtiğimiz Ocak ayı istatistiklerinde neredeyse tüm işkollarında çalışan sayısı düşerken bu iki işkolunda artmıştı. Artış son istatistikte de devam etti. Sağlık sektöründe çalışan sayısı artışı geçen yıla göre yüzde 10’u aşmış durumda. 

Oysa kriz döneminde patronların çalışanlara en fazla hak kaybı yaşattıkları iki işkolu bu. Neredeyse her gün ya bir özel hastaneden ya bir özel okuldan ücret ödenmeme haberi duyuluyor. Buna rağmen çalışan sayısı azalmıyor, artıyor. Anlaşılıyor ki bu iki işkolu başta olmak üzere çalışanlar eksik ya da hiç alınamayan ücretlerle, işten çıkarılma korkusu ve baskısıyla, tazminatı kaybetme derdiyle büyük bir baskıya boyun eğerek çalışıyor.

Patronlar için bundan daha iyi kriz yönetimi mi olur? 

Krizi yönetiyorlar. Konu sadece patronların kaynak aktarımları, teşvik ve imtiyazlarla rahatlatılmasından ibaret değil. İşin bir de toplumsal ayağı var. Burada işçi sınıfının örgütsüzlüğü mutlak bir veri ve bu veri kriz yönetimini kolaylaştırıyor. Türkiye toplumu önce kazana atılıp sonra suyu ısıtılan kurbağa gibi. Sıcağa yavaş yavaş alıştırılıyor.

İktidar ve muhalefet, patronlarla birlikte, şimdilik ateşin kontrolden çıkmamasını sağlayabildiler. Aynı şekilde kazandakilerin dışarıya çıkmamasını da. Ama sadece şimdilik…