Katil

“ABD’li genç kadın yaşamak için 4 ayrı işte çalışırken öldü” haberiyle duymuştuk adını Maria Fernandez’in. Çalıştığı işlerden birinde mesaisini bitirmiş, diğerine yetişmek için yola çıkmıştı. Bir süre dinlenmek istemiş, aracını yol kenarına çekerek uykuya dalmıştı. İki vardiya arasındaki o kısa sürede arabanın içine dolan egzoz gazı, gözlerini bir daha açamamasına yetmişti. Ölümü ABD basınında “geçinebilmek için amansızca çalışmak zorunda kalan birinin trajik sonu” olarak yorumlandı.  

Trajik son! “Çok acıklı durum” anlamına geliyor, biraz da şansızlığa işaret ediyor. Amerikalılar böyle nitelediler Maria’nın ölümünü.  

Oysa onun ölümüne neden olan şey, ABD kapitalizminin işleyen çarkıydı. Maria, ABD’de yıllık geliri yoksulluk sınırının altında kalan milyonlarca işçiden biriydi. Yaşanabilir bir ücret elde etmek için tek bir işte çalışmanın yetmediği bir düzenden bahsediyoruz. Adı düzen ama kendi bozuk, kurala bağlanmış kuralsızlığın geçerli olduğu, patronların kazandığı düzen bu. Sürekli can alıp duran bir düzen.

Şule de Maria gibiydi. Dört ayrı işte çalışmıyordu belki ama iki yıl önce başladığı üniversiteyi bitirebilmek için derslerden arta kalan zamanda çalışmak zorundaydı. Ankara’da bir restoran kafede, patron orayı kapatmaya karar verene kadar çalıştı. 

Mekan sahibi patron, o zengin züppe, ortak olduğu başka bir restoranda iş ayarlayacağını söyleyerek ofisinin bulunduğu plazaya çağırdı Şule’yi. 

Gitti. Çünkü Maria gibi o da çalışmaya mecburdu ve işe ihtiyacı vardı. En son telefonundan arkadaşına ofisten çıkmak istediğini ama bırakmadıklarını yazabildi.

Zengin züppe patron ve yanında getirdiği diğer zengin züppe, kendilerine direnen Şule’yi plazanın 20. katından aşağıya attılar. İntihar etti diye paçayı yırtmaya çalışarak. 

Parasını ödediği her şeyin kendisinin malı olduğu fikri demek ki bir patrona dünyanın en büyük suçunu gözünü kırpmadan işletebiliyor.

Fikrin aynı olduğu ama daha masum görünen örnekler de var. İşten attığı işçilerle kapısının önünde direnişe başladığımız fabrikanın genç patronunu hatırlıyorum. Sabah spor arabasıyla geldiği işyerinin önünde sendikanın önlüklerini giymiş işçileri görüp durmuş, “benim fabrikamın önünde, benim işçilerimle ne yapıyorsunuz?” diye bağırmıştı bize doğru. Fabrika da işçiler de onun malıydı, ister sever ister söverdi, ister işe alır ister atardı.

Filika testi için kayığın içine kum torbası yerine çalıştırdığı işçileri doldurup denize atan tersane patronunu hatırlayın. Onun fikrinin kaynağı da bu değil mi? Sahip olduğu malın kullanımına o karar verecekti!

Bu fikir bir anomali değil. Aksine düzen tarafından üretiliyor ve düzenin hakim sınıfına içkin hale geliyor. İşçileri sadece sömürmüyorlar, onların üzerinde hak iddia ediyorlar. En masum görüneninden en uçtaki örneğine kadar.

Bu nedenle katiller aynı. Şule’nin katili hangi zengin züppe ise, Maria Fernandez’inki de o. Yatakhanede uyurken yanarak ölen inşaat işçilerinin de, kamyon kasasında can veren tarım işçilerinin de…