En iyisi örgütlenmektir

Seçimden sonra patronlardan arka arkaya memnuniyet açıklamaları geliyor. TÜSİAD, MÜSİAD, İTO, TİM… Ayrımsız hepsi sandıktan istikrar çıktığında hemfikir. Ellerini ovuşturuyorlar.

Bizim burjuvazimiz ikiyüzlüdür. Patronların coşkulu “1 Kasım karşılaması” bu yüzden. 7 Haziran gecesi patlatılan şampanyaların üzerinden sadece 5 ay geçtikten sonra getirilen nedamet için başka bir sıfat kullanılabilir mi, emin değilim.

Ne olacaktı ki başka? 2 Kasım sabahı Aydın Doğan’ın Milliyet’te “Saygı da duymuyoruz, onay da vermiyoruz!” diyen yeni bir mektubu mu yayınlanacaktı? Ertuğrul Özkök’ün “unutalım küskünlükleri” demesi, başka türlüsünün mümkün olmamasındandır.

Aydın Doğan, Koç’tur, Koç ise Türkiye’nin geleneksel sermayesi… Sermaye düzeninin sahiplerinin kâr için getirmeyeceği nedamet, işlemeyeceği cinayet yoktur. 7 Haziran-1 Kasım seçimlerinde düzenin mantığı işlemiştir. Bu nedenle patronların hem 7 Haziran’ı hem 1 Kasım’ı alkışlaması tutarlıdır. “İkiyüzlü tutarlılık” da diyebiliriz.

Burjuvazimiz böyledir de, ya muhalefetimiz! O da tutarlıdır. Halkı “AKP mecliste geriler, sonra da düşer” safsatasına angaje eden iki sosyal demokrat partimiz ve onların peşine takılan bilcümle radikalimizin, daha sandıklar açılmadan yaptıkları “saygı duyuyoruz” açıklamaları da diğeri kadar tutarlıdır.

Ne olacaktı ki başka? Düzenin sahipleri nedamet getirirken, düzenin muhalefeti ardı ardına “yok hükmündedir” diyen bildiriler mi yayınlayacaktı? AKP’nin “parlamenter zaferini” üç partinin en erken saatte kabullenmesi düzenin mantığıdır. Başka türlüsü burada da mümkün değil.

7 Haziran-1 Kasım seçimlerinin galibi sermaye düzenidir. AKP tek başına iktidara, sermaye istikrara kavuşuyor. CHP, AKP’nin yeni Türkiye’si ile barışmayı başarıyor, HDP Haziran Direnişi’nin sekteye uğrattığı “çözüm sürecine” yeniden dönüşün yolunu buluyor. MHP’nin düşen oylarının ise hiçbir önemi bulunmuyor. Türkiye’nin gericilik rotasından çıkma riskinin bir süre daha ertelenebilmiş olmasındaki büyük payı da onun seçim başarısıdır. İktidarıyla muhalefetiyle, seçimin galibi sermaye sınıfıdır.

Sermaye sınıfı kazanıyorsa, işçi sınıfı saldırı altındadır. Daha seçimin ertesi sabahı patronların istikrar güzellemelerine, devlet memurlarının güvencesinin kaldırılacağı haberleri eşlik ediyorsa saldırı hayli şiddetli olacak demektir. Seçim öncesi verilen 1300 lira asgari ücret vaadine, yükselecek işçilik maliyetinin riskleri olacağı lafları ekleniyorsa, sopa seçim biter bitmez kalkmış demektir.

Dahası, AKP’nin 2002 yılında iktidara geldiği günden buyana uyguladığı, 2013 Haziran’ında kesintiye uğrayan emek gündemleri ajandası var. “Ulusal İstihdam Stratejisi” köşede duruyor ve kıdem tazminatının tasfiyesi, kiralık işçilik, bölgesel asgari ücret gibi önemli başlıklarda sermayenin kabarmış iştahı artık sabrını zorluyor.

Bu başlıkların hiçbirinde düzen içi muhalefet direnç noktası olacak durumda değil. Onlar şimdiden sonra daha büyük işlerle meşgul olacaklar. Biri bir sonraki seçime kadar oyları arttırabilmek için Türkiye gericiliğine seslenmenin yeni ve daha etkili yollarını bulmaya çalışacak, diğeri çözüm süreci-başkanlık sistemi ikileminde büyük siyasetin aktörü olmaya oynayacak. İşçi sınıfı ise, seçim döneminde olduğu gibi sonrasında da bu partiler için duvar süsü olmayı sürdürecek.

7 Haziran-1 Kasım aynı zamanda bir gerçeklik testiyse, bu testin en önemli sonucu AKP ile kavganın, sermaye sınıfıyla kavgadan ayrı tutulamayacak olduğudur. Sermaye sınıfıyla kavga ise ancak ve ancak örgütlü bir işçi sınıfı ile verilebilir. Testin diğer sonucu ise “Gerçek olan daha azı, eşitlik ve özgürlük sonranın işi” diyenlerin sınıfta kalmasıdır.

Bizse seçim öncesi “inanın” demiştik. Şimdi seçim sonrasındayız ve çağrıya kulak verenlerle örgütlenmeye başlıyoruz. Aylardır parlamentodaki koltukları sayarak boş hayal peşinde koşturulan milyonlar için en iyisi örgütlenmektir. Hem de öyle daha azına değil, tam hedefine, eşitliğe ve özgürlüğe…