DİSK işçisiz, işçiler DİSK’siz kalınca…

1967 yılının 13 Şubat’ı Türkiye işçi sınıfının sendikal alanda ileri atılımıdır. Türk-İş’ten kopup DİSK’i kuran beş sendika bu atılımın gerekçesini şu cümlelerle ifade ediyor:

“Bugün üyeliğini bıraktığımız Türk-İş, iç ve dış sömürücülerin doğrultusunda yürüdüğü için gerçek bir işçi konfederasyonu kurmamız en önde gelen görevimiz olmalıdır.”

Arayış “gerçek sendika” içindir.

Türk-İş hangi iktidar işbaşında ise onun paralelinde yol izlemekte, üstelik bunu “partiler üstü politika” adı altında yapmaktadır. Bağımsızlığını sadece hükümet ve patronların güdümüne girmekle değil, aldığı dış yardımlarla da kaybetmiştir. Bütçesini işçi aidat gelirinin beş katına varan ABD yardımları oluşturmakta, sendikada çalışan kişilerin yarısının maaşı bu paradan karşılanmaktadır. İşçi sınıfının en güçlü silahı olan grevi bastırmak için uğraşmakta, grev yapan sendikaları cezalandırmaya soyunmaktadır.

Arayışın bu gerekçeleri ve daha fazlası ayrıntılarıyla DİSK’in kuruluş belgelerinde yer alıyor. Akla konulan işçi sınıfına ait sendikalar yaratmak, tersiyle mücadele etmektir.

Esasen DİSK’in çıkışı 47 sendikacılığı ile gecikmeli bir hesaplaşmadır da. 13 Şubat 1967’deki bu hesaplaşma, devletin ya da sermayenin verdiği kadarıyla yetinen, mücadelede meşruluğu değil yasal sınırları referans alan, varlığını işçi iradesiyle değil icazetle sürdüren sendika kabulüne karşıdır.

Bu ileri atılımı taçlandıran ise tartışmasız işyeri örgütlenmesidir. DİSK ve bağlı sendikaların toplu sözleşme yapma hakkının elinden alınması anlamına gelen yeni yasaya karşı işçilerin işyerlerinde başlatıp kent merkezlerine aktığı büyük direniş bu nedenle tesadüf değildir. Kuruluşundan sadece üç yıl sonra 1970 yılının 15-16 Haziranında işçiler, kendilerine ait bir sendikayı, o sendikanın kendilerini örgütlü kıldığı yerden, işyerlerinden başlayarak savunmuştur. 

Şalterler indi, işçiler dışarıya çıktı ve ülke gündemine müdahale etti. İşyerinde örgütlü işçinin dışında başka ne tür bir kuvvet DİSK’in böyle bir “gerçek sendika” olmasını sağlayabilirdi ki? 

DİSK demek işyeri örgütlenmesi demektir. 

Peki ya şimdi…

DİSK bugün işyeri örgütlenmesi üzerinde yükselmiyor, kendisini orada var etmiyor. DİSK kendisini güçlü kılan, kıldığı ölçüde de “gerçek bir sendika” yapan zeminin bugün çok uzağına düşmüş durumda.

Bu sadece örgütlenmenin önündeki zorluklarla açıklanabilecek bir durum değil. DİSK’i yönetenler işyeri örgütlenmesine yaslanmadan da konfederasyonun varlığını sürdürebileceğini keşfettiler. 90’ların ikinci yarısında başlayan 2000’lerin Avrupa Birliği lobiciliği, konfederasyon bütçesini ayakta tutmaya yetti. Projeler, fonlar, uluslararası eğitimler sendikaların saygın işleri oldu. Konfederasyon yöneticiliği düzenin sosyal demokrat partilerinin meclis koltuklarına basamak oldu. Sendika kurullarında görev yapan yönetici sayısı kadar bile katılım sağlanamayan basın açıklamaları, hayata tek bir noktada bile etki etmeyen iş bırakma-genel grev kararları, işçilerin gözünde konfederasyonun sadece eyleminin değil sözünün de değerini düşürdü. Birlik değil hesapçılık esas oldu. 

DİSK içinde mafya babasından sendika lideri icat etmek, ölümünün ardından onu “yaptıklarıyla yaşatma sözü vermek” ise dibe gidişin sonu yokmuş dedirtti.

Sonuç ne mi oldu? DİSK işçisiz, işçiler DİSK’siz kaldı.

DİSK yeniden ayağa kalkacaksa, bu bir kez daha işyerlerinden olacak. DİSK yeniden işçiyle buluşacaksa, önce işyerleri ayağa kalkacak. Çünkü işçi sınıfının “gerçek sendika” arayışı sona ermeyecek.