Bu grev benim hayatımı kurtardı

Bu hafta da yazabiliyor olmam nedeniyle sevgili Uğur başta olmak üzere Çorlu’daki tüm yol arkadaşlarıma sonsuz teşekkürler…

Geçen hafta soL gazetesi dayanışma gecesini, grevdeki Daiyang Metal işçileri ile birlikte en ön sıradan izledik. Çorlu Avrupa Serbest Bölgesi’nde (ASB) sürdürdükleri grev, o gece 33. günündeydi.

Sonraki hafta içi Çorlu’ya geçip grevle ilgili birkaç gün çalışma yürütmem konusunda o gece anlaşmıştık. Grev komitesini güçlendirecek, grevin kamuoyuna daha fazla duyurulabilmesi için yapılması gerekenleri planlayacak, bir dayanışma gecesi için çalışmaları başlatacaktık.

Öyle de oldu. Hafta içi iki gün boyunca grevci işçilerle, temsilcilerle ve Birleşik Metal-İş Çorlu Şube kadrolarıyla çalışmalarımızı sürdürdük.

Çetin bir grev yürüyor Çorlu’da.

Grev, sadece Çorlu’da değil, tüm Türkiye’de süren tek yasal grev olma özelliğini de taşıyor. 2012 yılında AKP’nin, sendikaların yetki başvurularını tam sekiz ay bekleterek toplu sözleşme düzenini askıya alması, aynı yıl neredeyse grevleri de ortadan kaldırdı. Bu yılın dokuzuncu ayına kadar kamu kesiminde sıfır, özel sektörde ise sadece yedi grev uygulaması gerçekleşti.

Hal böyle olunca, “Türkiye’de olmayan grev belası beni mi buldu?” diye bir kat daha hırslanan Güney Koreli patron da canhıraş direniyor.
Güney Kore’de de farklı davranmamış.

Daiyang’ın Güney Kore Ansan Fabrikası işçileri 2006 yılında KMWU sendikasına katılmışlar. Ama patron sendikayı tanımak istememiş. İşçiler, sendika hakları için eylem ve grevler düzenlemişler. İşçilerin eylemlerine dışarıdan tutulan adamlar saldırmış. Sendika liderlerinin aleyhine onlarca dava açılmış.

Sendikanın bu olaylarla ilgili haberlerindeki fotoğraflar orada da mücadelenin çok çetin geçtiğini gösteriyor.

Ansan’da bunu yapan Çorlu’da ne yapar?

Daiyang işçileri 2008 yılında sendikaya geldiklerinde patronun ilk tepkisi 16 öncü işçiyi işten çıkarmak olmuştu. Güney Koreli yöneticiler işçileri sendikadan istifa ettirebilmek için ev ev dolaştılar. Çabalar işçinin örgütlülüğünü kırmaya yetmedi ancak yetki itirazlarının ve işkolu tespit taleplerinin uzun sürmesi sayesinde sendika meselesini 2012 yılına kadar ötelemeyi başardılar.

Sonunda masaya oturmak zorunlu oldu ancak masada da uzlaşmaz tavır sürdü. Grev kaçınılmaz olduğunda ise tüm planlar grevin kırılmasına yönelik yapıldı.

Toplam 120 işçi, 14 Kasım günü greve çıktı. Serbest bölgenin özel güvenliği ve Jandarma ilk günden itibaren grevcilere birçok sorun çıkardı. Kâh grev gözcülerinin soğuktan korunmak için kurdukları naylon barakayı yıktılar, kâh işçilere bizzat saldırdılar.

Patron da boş durmadı elbette. İşçilerin grevi bırakıp işyerine dönmesi için çabalarını yoğunlaştırdı. Bu çabalar, grevcilere “acele etmeyin, bu ay dağıtacakları dayanışmaları aldıktan sonra gelirsiniz” türünden mesajlar atıp, greve katılmayan on kadar işçiyle tüm şirket yöneticilerinin birlikte kurdukları rakı masasının fotoğraflarını sosyal paylaşım sitelerinde yayınlamaya kadar varan bir seviyesizleşmeyi içeriyor. Güney Koreliler, Trakya’da rakıya olan düşkünlüğü belli ki fark etmişler. Ancak, Trakyalı işçinin hayatında önemli bir renk olan bu güzel içkiye, “yeter ki rakı olsun, her şekilde çilingir masasına otururum” diyecek kadar bağımlı olmadığını anlayamamışlar.

Çünkü grevcilerin bu tablo karşında sadece öfkesi arttı.

Galiba benim de…

**
Doktor meseleyi öfkeye değil sigaraya bağladı. Çünkü bir insanın kalbine giden ana damarın tıkanması için sigarayı günde bir paketin altına düşürmemesi yeterli oluyor galiba. Geçen hafta Çorlu’da grevcilerle birlikte çalışma yaparken geçirdiğim kalp krizi beni buna ikna etmiş durumda.
İkna olduğum diğer şey ise, AKP’nin rant belediyeciliği sulu kar yağdığında bile ulaşımı felç edebiliyorsa, damarın İstanbul’da değil de Çorlu’da tıkanmış olması nedeniyle bu grevin benim hayatımı kurtarmış olduğudur.

Şunu da söyleyeyim. Ben yeniden nefes aldım. Grevcilerin ise soluğu öyle kolay kolay tükenmeyecek gibi görünüyor.