Bekir Coşkun’un duası

12 Eylül sabahıydı.

O sabah kimbilir kaç iki küçük el avuçlarının içini cama dayamış, sabahın köründe evden apar topar alınan anne ve babasının götürüldüğü yola bakıyordu.

Ve kaç gece daha, kaç iki küçük el avuçlarının içini aynı cama dayamış, onların geri geleceği günü beklemişti.

Kimisi aylar sonra geldi, bir deri iki kemik. Belki sarılamadılar bile işkence izlerinin acısından birbirlerine. Sustular, oturdular, göz göze gelmekten kaçtılar.

Kimisi aylar sonra yapılan ilk görüş gününde buluştu, babaannesiyle dedesinin elini tutup cezaevine gelen o iki küçük el ile.

Kimisi ise hiç dönemedi bir daha o eve. O gece uyumadan önce yanağa kondurulan kocaman bir öpücük kim bilir kaç küçük iki elin onlarla son anısı oldu.

*

Başkalarının da anısı oldu mutlaka. Mesela Koç ailesinin 20 yaşındaki genç veliahtının yaşadıkları bu hikayeden çok başka olmalı. O zamanlar dedesi şirketlerin başındaydı ve “Bugüne kadar hep işçiler güldü, şimdi sıra bizde” diyen Halit Narin’den çok daha iyisini yapmıştı. Bir elinde Kuran, öbür elinde yağlı urgan memlekette terör estiren cuntanın başına “emrinize amadeyim” diyen mektubunda nelerin yapılması gerektiğini tek tek sıralamıştı.

Yakalanan anarşistlerin cezaları süratle verilmeli, polis teşkilatının imkânları genişletilmeli, DİSK’i kapatmak yetmez, işçilere karşı tedbir elden bırakılmamalı, Turgut Özal sağlam adam, mutlaka desteklenmeli…

Böyle açmıştı torununun önünü memlekette.

“Zatıalilerine ve arkadaşlarınıza muvaffakiyetler temenni ediyorum. Emrinize amadeyim.”

Mektup böyle bitiyordu ve yerine ulaştığında kim bilir kaç iki küçük el artık camda beklemekten vazgeçmişti.

*

2013 yılının Haziran ayında Divan Otel’in camına dayalı iki küçük eli anlatmış Bekir Coşkun köşe yazısında. Ve sonrasında otel yönetimine gelen telefondan “açın kapıları” diyen sesi eklemiş. “Bu kez cennetin kapılarını açsın” istemiş. “Bir ülke bir iş adamının arkasından ağlıyor” diyor Bekir Coşkun.

Sadece son bir yıl içinde Tofaş’ta, Ford’da, Türk Traktör’de, Arçelik’te ve daha nice gruba bağlı işletmede yüzlerce işçinin işine son verildi.

Gezi Parkı direnişinde kendisi için destanlar yazılan Divan Otel’de çalışan işçiler sendikalı oldular diye kapının önüne koyuldu.

Eskiden Seka Fidanlığı, sonradan Ford fabrikası olan arazi beş kuruş para ödenmeden, ülkenin tek rafinerisi TÜPRAŞ ise birkaç yıllık kârına Koç ailesinin oldu.

12 Eylül sonrası ülkeyi Özal’a, ardından AKP’ye teslim edilmesinde en çok onların payı vardı.

Gerçekten ağlıyor bu ülke.

Cuntanın yok ettiği yaşamlar, sürgünler, işkenceler, işten atılan işçiler, el koyulan tüm zenginlikler ve hepsinden fazla avuçları cama dayanmış iki küçük el, ne O’nu ne dedesini hiç unutmayacak.


Bekir Coşkun'un yazısı: 

http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/bekir-coskun/cennet-kapilarini-acs...