Asker cenazesi

Önce Bahçeli konuştu. Davutoğlu’nun Suriye’de iç savaş provokasyonu tertiplemekle meşgulken dile getirdiği “Şam’da namaz kılmak” fantezisini bir adım öteye taşıyarak komşuda taş taş üstünde bırakmamaktan dem vurdu. 

Ortağının ardından dün partisinin grup toplantısında kendisi konuştu. O da Bahçeli gibi… Amerika'dan arkalandığını açık etti, Suriye’yi İdlib dışında da vurmakla tehdit etti.

Muhalefet ise hükümet ortaklarının savaş naralarına “mikrofon delikanlılığı” diyor ve Suriye’de gereğinin yapılmasını istiyor. Tam bir “milli mutabakat”.

Rusçuluğu fırsatçı, Amerikancılığı tescilli bir dış politikası var düzenin. Adına “milli” diyorlar. Milli duruş, milli çıkar, milli mutabakat… Böyle gidiyor…

Şimdi, pek bir emperyalist hesapların parçası olan bu milli politika doğrultusunda başlatılan Suriye seferinden asker cenazeleri geliyor. 

Savaşta işler tersinedir. Politikacılar sahnede, cenazesi gelenler cephededir. Cephe, savaşta sahne gerisidir. 

Sahnedekiler onları vatan evladı diye adlandırıyor. Çoğunlukla yoksul evlatlarıdır. Yoksullukları en çok da taziye evlerinden anlaşılır. Sıvası bacası dökülmüş bu evler arada gazete fotoğraflarına yansır, o kadar.

İdlib’deki son çatışmada onlardan 14’ü yaşamını yitirdi. Neredeyse tamamı “sözleşmeli er-erbaş” statüsünde askerlik yapıyordu. Ordudaki profesyonel askerlik dönüşümünde “cephe” için düşünülenlerin onlar olduğunu devlet de saklamıyor.

Milli Savunma Bakanlığı’nın sözleşmeli erbaş ve er alımları için hazırladığı reklam filmini izleyin, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Askerlik yaşı gelmiş genç köy kahvesinde oturup kara kara düşünürken yanına gelen arkadaşına “askerlik vatan borcu da aileme kim bakacak?” diye soruyor. Arkadaşı, benzer durumda olan bir başkasının askerliği nasıl yaptığını anlatıyor. “Mehmet vardı” diyor. O sözleşmeli er olmuş, üç bin lira maaşla üç yıl boyunca görev yapmış, sonra ikramiyesiyle birlikte terhis olup dönünce memleketinde dükkân açmış. Film, “üç yılda hem vatan borcunu öde, hem maaş al, hem de işini kur” spotuyla sona eriyor.

Askerlik çağına gelen genç kabul edilirse ki şu sıra kimse reddedilmiyor, sözleşme imzalayarak ücretli asker oluyor. Sözleşme en az iki en çok beş yıllık yapılabiliyor, iki yıl sonra sözleşmeli onbaşı, ardından da sözleşmeli çavuş olabiliyor. Üç bin liradan başlayan ücreti, görev yerine ve kıdemine göre beş-altı bin liraya kadar yükselebiliyor. Emeklilik yok, sözleşmenin yenilenme garantisi bulunmuyor.

İşsizlik, güvencesizlik ve geleceksizlik! Kırk katır mı kırk satır mı…

Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bu şekilde askerlik yapan sözleşmeli er ve erbaş sayısı 20 bin dolayında. Bu, bir yıl önceki rakam. Sözleşmeli olmayan uzman erbaş sayısındaki artış da dikkat çekici. 2017’deki 47 bin 570 olan sayı iki yıl içinde 72 bini geçmiş durumda. 

Eskiden devlet kapısı denirdi, bir kamu kurumunda güvenceli iş anlamına geliyordu. Şimdi o kapı binlerce yoksul çocuğu için paralı askerlik demek.

Patron sınıfı için savaş yeni yatırım alanları, enerji kaynakları anlamına geliyor. AKP Suriye’de emperyalist planlara hizmet ederken Türkiye burjuvazisine bu kâr kapısını açıyor.

Devlet kapısı işte. Patron çocukları için kâra, yoksul çocukları için cepheye açılıyor.