12 Eylülden sonra ilk kez sendikal faaliyet durduruldu

Bu sefer gerekçe “işçileri anarşi ve terör için istismar eden solcular ve sendikacılar” değil. 12 Eylül’de cunta demagojisi buydu ama gerçekte gaye işçileri ezmekti. Patronların istediğini yaparak işçi haklarını budamak, örgütlerini dağıtmaktı. Tam olarak bunu yaptılar. DİSK ve bağlı sendikaları kapattılar, toplu sözleşme hakkını gasp ettiler, süren grevleri durdurup yenilerini yasakladılar. 12 Eylül cuntası üç yılı aşkın süre boyunca işçilerin örgütlenme, toplu sözleşme ve grev hakkını askıya aldı.

Kırk yıl sonra sendikal haklara yönelik benzer bir kararla karşılaşıyoruz. Bu sefer gerekçe “anarşi” değil. Virüs!

Aile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı işçilerin sendikalaşmasının, patronla toplu sözleşme pazarlığı yapmasının ve grev hakkını gündeme getirmesinin virüsü yayacağını düşündüğünden olsa gerek, tedbir olarak yeni bir genelge yayınladı ve tüm bu sendikal hakları askıya aldı. 

Ayrıntı şöyle;

Genelge, 6356 sayılı Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu’nun 42 ve 61’nci maddesine dayanılarak hazırlanan “Toplu İş Sözleşmesi Yetki Tespiti ile Grev Oylaması Hakkında Yönetmelik” ve aynı yasanın 57’nci maddesine dayanılarak hazırlanan “Toplu İş Sözleşmesinde Arabulucuya ve Hakeme Başvurma Yönetmeliği” uyarınca Çalışma Genel Müdürlüğü ve Görevli Makam tarafından yürütülen tüm iş ve işlemlerin geçici süreyle durdurulduğunu ilan ediyor.

Peki bunun pratikteki karşılığı ne? 

Bir; İşçiler bir işyerinde örgütlenerek sendikaya üye oldular örneğin. Sendikalaşabilmek için yasanın aradığı çoğunluğu da sağladılar diyelim. Sendikanın bu durumda işçileri temsil edebilmek ve işyerinde toplu iş sözleşmesi yapabilme hakkı elde edebilmek için Bakanlığa yapacağı yetki başvurusuna yanıt verilmeyecek. Yani sendika işyerinde işçileri temsil etme hakkını yasal olarak elde edemeyecek.

İki, toplu iş sözleşmesi görüşmeleri devam eden işyerlerinde anlaşma olmadığında süreç durdurulacak. Çünkü Bakanlık, uyuşmazlık sonrası yapması gereken arabulucu atamalarını yapmayacak. Bu, sözleşme sürecinin tamamlanamaması demek. Süre uzadıkça mağduriyet artacağından işçiler ve sendika sözleşmede patronun dediğine razı olmaya zorlanacak.

Üç, toplu sözleşmede uyuşmazlık olursa, sonrasında grev hakkı doğar. Uyuşmazlık aşamasından sonrasında işlemler durdurulacağı için sendika yasal grev kararı alamayacak, grev uygulaması yapamayacak. Bunun tek istisnası genelge çıkana kadar grev kararı alınmış işyerleri. Bunun da sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Zaten onlar da Bakanlar kurulunun grev erteleme tehdidi altında olmayı sürdürecek.

Lafın kısası… Sendikal örgütlenme, toplu sözleşme ve grev hakkı virüs bahanesiyle askıya alınmış durumda. 

Anlaşılan patronlara 100 milyar liralık virüs teşviki yetmedi.

Bu ortamda işçilerle, sendikalarıyla, toplu sözleşmeleriyle uğraşmayalım! Örgütlenmesinler, talepte bulunmasınlar, bunun için herhangi bir şey yapmasınlar! Böyle düşündükleri çok açık.

Virüs bir taraftan, patronlar bir taraftan, Bakanlık diğer taraftan... Altta kalan işçinin canı çıksın.

80 milyon yurttaşın sağlığını ilgilendiren olağanüstü bir dönemden geçiyoruz ama işyerlerinin çalışıp çalışmayacağına patronlar karar veriyor. Ücretsiz izin ya da yıllık izin kullandırmaktan işyerindeki sağlık ve güvenlik önlemlerine kadar her şey onların inisiyatifine bırakılmış durumda. İşçiler bu koşullarda her gün kelle koltukta işbaşı yapacak ama sendikal örgütlenme yapamayacak, patronla pazarlık hakkı olmayacak, grev tümden yasaklanacak.

Nasıl bir sınıf kinidir bu… Nasıl bir işçi düşmanlığı?