"Artık holdinglerin ve tarikatların, emperyalist devlet ve örgütlerin yönetimine hayır deme zamanı. Suskunluk değil, eylem zamanı."
Sömürücülere ve yanılsamalara karşı işçi sınıfı
Ali Rıza Aydın
Anayasa sözünde ve özünde, kapitalizmin ekonomi politiğini güvence altına alıyor. Sermaye sınıfı için öyle yollar açılıyor ki emekçilere ilişkin “sosyal devlet”, “çalışma hakkı ve ödevi”, “çalışma şartları ve dinlenme hakkı”, “ücrette adalet sağlanması” gibi hükümler savrulup boşa düşüyor.
Bu ekonomi politik “laik hukuk devleti”, “hak ve özgürlükler”, “devletleştirme”, “kamulaştırma”, “siyasi faaliyet, “seçme ve seçilme” “dernek, vakıf, sendika, kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu”, “toplumsal denetim düzenekleri”, “devletin gözetim ve denetimi”, “hak arama” özgürlüğü” gibi maddelerle perdeleniyor. Ancak Anayasa sermaye sınıfının ve siyasi iktidarının güvence altında yaşamasına, emekçi halkın denetim altında tutulmasına, işçi sınıfının uyumlaştırılmasına hizmet ediyor. Çalışma alanına ilişkin yasalar bu anayasal düzeni yansıtıyor.
Özü: Herkesin sermaye sınıfının, onun siyasi iktidarının, gerici ve emperyalist işbirliğinin sınırsız baskısı altında yaşaması…
Türkiye Komünist Partisi’nin emekçilere yaptığı “İşçi olduğunu unutma, gücünün farkına var!” çağrısında belirtilen “tarih boyunca olmadık ayrımlar soktular işçilerin arasına”, “Onların düzeni, düzen siyaseti var. Onların çıkarlarını savunan temsilcileri, partiler var. Onların düzeni daha çok savaş, ölüm, yoksulluk ve çürüme demek” saptamasına dayanak olan, destek veren araçların arasında yer alıyor Anayasa ve hukuk.
Demokrasi ve hukuk yanılsaması hem hukuk belgeleriyle hem de uygulama ve denetimle birlikte yaratılıyor. Emeği, emek gücünü unutturmak için kullanılan araçlar sadık emekçilik, sadık sendikacılık istiyor; ucuz, esnek, güvencesiz emek ve yedek işgücü olarak işsizlik istiyor.
“Çalışma herkesin hakkı ve ödevidir”, “Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları ve işsizleri korumak, çalışmayı desteklemek, işsizliği önlemeye elverişli ekonomik ortam yaratmak ve çalışma barışını sağlamak için gerekli tedbirleri alır” diyen Anayasa, herkesin “dilediği alanda çalışma ve sözleşme hürriyetlerine” sahip olduğunu söyleyerek sömürünün kapısını açıyor. “Özel teşebbüsler kurmak serbesttir”, “herkes, mülkiyet ve miras hakkına sahiptir” diyerek kapının arkasında egemen sermaye sınıfına sınırsız hak ve özgürlük alanı açıyor. Yetmiyor, “özel teşebbüslerin milli ekonominin gereklerine ve sosyal amaçlara uygun yürütülmesini, güvenlik ve kararlılık içinde çalışmasını sağlayacak tedbirleri” devletin almasını buyuruyor. Yetmiyor, kamusal işletme ve varlıkların, kamusal yatırım ve hizmetlerin özel kesime yaptırılabileceğini veya devredilebileceğini öngörüyor.
Sendikasızlaştırmanın, sadık ve uzlaşmacı sendikacılığın, sendikacılıkta liberalleşmenin yolunu açan; asgari ücretin saptanmasında çalışanların geçim şartlarını gözetmesinin karşısına “ülkenin ekonomik durumunu”, “sermaye sınıfının ekonomik çıkarını” koyan da Anayasa. Toplumsal denetim yollarının, toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin, toplu iş sözleşmelerinin sınırlandırılmasını sağlayan da Anayasa. Grev hakkının yasaklanmasının veya ertelenmesinin dayanağı olan ve bu durumlarda grev hakkını ortadan kaldıran da Anayasa.
Hiç olmazsa yargı yolu var diyenler arabulucudan geçmek zorunda. Ekonomi politiği sömürü olan Anayasayı yorumlayan Anayasa Mahkemesi, Anayasaya ve aynı Anayasaya dayanılarak çıkarılan yasalara dayanan yargı zaten “aldatıcı bir güven duygusu” yaratıyor. Sömürü düzeni, dinselliği yanına alarak, sınıfsal olan hukuku ve yargıyı sermaye sınıfı yararına daha fazla işletiyor.
Sömürücü sınıf tüm denetim ve karar düzeneklerini, yasama düzeneğini elinde tutuyor. Halkın olana hukuku kullanarak veya keyfice el koyuyor. Üretim ilişkilerinin, toplumsal ilişkilerin ürünü olan hukuk sömürünün güvencesi yapılıyor, uzlaşmaz çelişkilerin uzlaştırılmasında sömürülenler sömürenlerin kalıbına sokuluyor.
Sınıfsal savaşım verecek emekçileri gerçek çözüm yollarını düşünmekten uzaklaştıran düzende haklarını aynı düzenin kurum ve kurallarında arayan bireysellik, sınıfını unutan işçiler, emekçi olduklarını unutan kamu/özel çalışanları, derinleşen sömürü yaygınlaşarak sökülüp atılmayacak derecede yerleştiriliyor. Dinsellik ile milliyetçilik hem düzenin destekçisi hem de sömürücüsü.
Emekçiler oylarının düzen içi siyasi partilerce çalındığını bile bile bir yandan yoksulluk ve tinsellik içinde, diğer yandan burjuva demokrasisinin ve liberalleşme maskaralığının içinde boğuluyor.
Emek sömürenler için bir meta, “başka seçenek yok” diyorlar. Özgürlük sevdaları sermayenin önündeki engellerin temizlenmesi, emeğin denetim altında tutulması anlamına geliyor. “Yaşasın Cumhuriyet” diye alkışlarla getirileni bitirdiler.
Sömürü düzeninden umut beklenmesi, ölümüne sömürünün kabulünden başka bir şey değil. İşçi sınıfının, sınıfa destek verenlerin düzenin eleştirisiyle sınırlı uyuşukluktan kurtulması, örgütlenerek düzenin çözümlenmesi ve dönüştürülmesine katılması gerekiyor.
Artık holdinglerin ve tarikatların, emperyalist devlet ve örgütlerin yönetimine hayır deme zamanı. Suskunluk değil, eylem zamanı. “Yaşasın Emekçilerin Cumhuriyeti” zamanına yol almak için baskıyı, korkuyu, uzlaşmacılığı aşarak işçi olduğunu unutmama zamanı. İlkeli ve kararlı olarak ayağa kalkma, ileriye adım atma zamanı.
Anayasa mı? Sınıfsal anlam ve içeriği görülüp anlaşılmadan aldatıcı kalmaya devam eder. Yeni anayasa toplumcu olacak ve kurucu unsuru emek gücü olduğunda gelecek.