Ve demeyin sakın düzeni hizaya sokarsak, denetim düzeneklerini çalıştırırsak adalet gelir. Gelen, eşitsizliği yaratan sömürü düzeninin sahiplerinin adaleti olur.
'Ne olur olağan demeyin'
Ali Rıza Aydın
Seyahat, dinlenme, spor, kültür ve turizm… Sağlıklı bir çevrede nefes alıp insanların ve toplumun yaşamlarını beden ve ruh sağlığı, refah, huzur ve mutluluk içinde sürdürmesinin hak ve koşulları arasında. Hepsi insanın ve toplumun yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkının olmazsa olmazları.
Bu olmazsa olmazlar anayasal güvenceye sahip ve devletin temel amaç ve görevleri olarak anayasal hüküm altında. Anayasanın bağlayıcı ve üstünlüğü kanun, KHK, CBK, yönetmelik, genelge gibi hukuk belgeleriyle, düzenleyici ve denetleyici kural, buyruk ve yaptırımlarla devrede. Yine bu Anayasa ve hukukun biçimlendirdiği devasa bir kamusal yetkilendirme, görevlendirme, örgütlenme, kadrolaştırma, çalışma, sorumluluk, kaynak, teftiş ve denetim organizasyonu var. Bu organizasyonun yasama, yürütme, yargı organları ve diğer anayasal kurumlarıyla bütünleşen eşgüdümü var. Bu organizasyonun hedefi doğa ve insan olarak anlatılıyor.
Sağlıktan eğitim ve öğretime, iç işlerinden dış işlerine, tarımdan sanayiye, ormandan toprak ve suya, imar-iskandan afete, doğumdan ölüme, beslenmeden barınmaya, tüm canlılardan doğaya, insandan topluma bütünsel bir yaşam insan aklının ortaklığıyla düzenleniyor. Doğal olayların afete dönüşmemesi insan aklının ortaklığıyla sağlanıyor. Aynı ortak aklın geniş bir bölümü insanlık için, eşit ve özgür yaşam için, barış için çabalarken, savaşım verirken, azınlık olan sömürücüler var ve onlar yakmayı, yıkmayı, öldürmeyi, göçe zorlamayı, yoksullaştırmayı, yoksunlaştırmayı, talanı, yağmayı, uyuşturmayı, uyutmayı, cezalandırmayı hiç mi hiç kaygı etmeden sömürdükçe sömürüyor, yok ettikçe ediyor.
Kartalkaya Kayak Merkezi, anayasal güvence altında olması gereken yaşam ve doğa alanı. 12 Eylül 1980 Darbesinin ürünü Turizmi Teşvik Kanunu, Çevre Kanunu, Orman Kanunu, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Bakanlığı, Tarım ve Orman Bakanlığı, diğer bakanlık ve kurumlarla, yerel yönetimlerle ilişkiler ve tabii ki tüm bu kurum ve kuruluşlarla, birlikte bütünsel olarak yürütme görev ve yetkisini yerine getiren Cumhurbaşkanlığı bu merkezin kamusal/hukuksal görev, yetki ve sorumluları.
Turizm merkezlerinin saptanması, turizm sektörünün düzenlenmesi ve geliştirilmesi, dinamik bir yapıya kavuşturulması, orman alanları dahil her türlü tahsisler, kiralamalar, irtifak hakları tesisi, krediler, teşvikler, istisna ve muafiyetler, yatırım ve işletme belgeleri, cezalar, düzenleme ve denetimler… Hepsi hukukla düzenlenmiş. Ama bunların yanında da çok yıldızlı işletmelerin emekçi halkın gidemeyeceği fiyatlar var. İnsanların haklarını gasp ederek kârına kâr katan patronlar var. Sorumluluğu taşıyan bakanlıklardan biri olan Kültür ve Turizm Bakanlığının bakanı da bir patron.
Bir yanda liberalleşen hukukla sermaye sınıfının çıkarına hizmet, bir yanda liberalleştirilen sömürü hukukuna “üstün” denmesini dayatan burjuva düzeni… Ve en temel haklarını yüksek paralar ödeyerek kullanmaya çalışanların yanarak yaşamdan koparılmaları…
Bu bataklıktan sorumlu mu aranacak? Ruhsatlar ya da hukuksuzluklar üzerinden, denetim ya da denetimsizlik üzerinden sorumlu bürokrat mı aranacak? Merkezi ya da yerel yönetimlerin arasında görev, yetki ve sorumluluk tartışması mı yapılacak? Sermaye sınıfının egemenliği sürerken patronlardan biri sorumlu mu ilan edilecek? Hukuk ve cezalandırma bunların adını koysa da yetecek mi? Yasaları çıkaranların, diğer hukuksal düzenlemeleri yapanların, uygulayıcıların, teftiş veya denetim yapanların, herhangi bir yargı denetiminde karar verenlerin bütününde devletin sorumluluğu sorunları çözecek mi?
Hukuku ekonomik, siyasal ve toplumsal ilişkilerle birlikte okuduğumuzda, o ilişkilere uyarlanan, o ilişkileri düzenleyen hukukla karşılaşırız. Yetmediği yerde o hukukla sürekli oynayan düzenlemelerle karşılaşırız. Yetmediği yerde o ilişkilerin çıkarı için göz yumulan, ihmal edilen hukukla karşılaşırız. Yetmediği yerde hak arama yerleri olan mahkemelerde düzenin onay kararlarıyla karşılaşırız. Bu ilişkiler değerlendirildiğinde hem hukukun ve yargının hem de hukuksuzlukların sömürü ve baskı aracı olarak kullanılmasının analizi karşımıza çıkar.
Kapitalizm ve üst aşaması emperyalizm hem kendilerini korumaya alması ve sömürünün sürdürülebilirliği için yasamayı, hukuku ve yargıyı siyasal iktidarının bütünleyicisi yapmayı hem de sömürülenlerin daha fazla yoksulluğa, etnik ve dinsel uyuşturulmaya itilmesini, susmasını ister.
Hukuk ve yargının, bütünsel olarak devletin sınıfsallığı, egemen sermaye sınıfının ve siyasal iktidarının aracı oldukları görülmedikçe hak ve özgürlüklerin sömürülenlerin yararına kullanılmasının sahte bir umut olacağı da görülemez.
Kafka’nın “Ceza Sömürgesi”nde cezalara karşı ilgisizliğin egemen olması gibi bir gün afetlerle, başka bir gün sömürücülerin kâr ve rant doymazlığıyla gelen, hukukuyla ve yargısıyla devletin de sorumlu olduğu katliam ve yıkımlara ilgisizlik ancak ve ancak sömürücülere yarar; sömürücülere ilgisizliği getirir.
Denetimsizliğe yıkılan yük gerçek sahibi saklar. Kimsenin sınıfsal sorumluluk yüklenmediği yerde sömürünün gerçek sahibi de görülmez.
Boyun eğmeden itiraz etmek için Bertolt Brecht’i dinleyelim:
“Ne olur olağan demeyin hemen / Her gün olup bitene / Kargaşanın egemen olduğu / Düzensizliğin düzen sayıldığı / Keyfiliğin yasalaştığı / İnsanın insanlıktan çıktığı bu kanlı çağda / Demeyin sakın 'bunlar olağandır'”.
Ve demeyin sakın düzeni hizaya sokarsak, denetim düzeneklerini çalıştırırsak adalet gelir. Gelen, eşitsizliği yaratan sömürü düzeninin sahiplerinin adaleti olur.