Ali Rıza Aydın

"Kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın sömürülen herkes bir bütün olarak işçi sınıfının parçası olduğunun bilinciyle kurtuluş yolunda ayağa kalkacak ve yürüyecek."

Düzenin defteri kabarırken itirazımız var!

Ali Rıza Aydın

Her gün herkesin gözü önünde yaşananlar, halkın başının üzerinde ağırlaştıkça ağırlaşan kara bulutlar zaman zaman sel olup yıkıp süpürerek başa geleceklerin neler olduğunu uyarıyor. 

Olaylar ve sorunlar yaşandıkça, düzene hesap sormak yerine, hemen akla gelen hukuk ve yargı oluyor. Öyle ya, “Türkiye Devleti bir Cumhuriyet” olduğuna, Türkiye Cumhuriyeti “demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devleti” olduğuna göre yasama ve yargı organlarının öne çıkması olağan. Bunun bir başka anlamı da artık yürütme yetkisi ve görevini “Anayasa ve kanunlara uygun olarak” kullanması ve yerine getirmesi gereken cumhurbaşkanı, bakanlar ve merkezi idare tarafının halk tarafından sorun çözücü olarak görülmeme oranının yükselmesi. 

Yasama organı hem yasama hem de denetimsizlik süreciyle, bütün yetki ve görevleriyle, gündemini siyasal iktidara teslim etmesiyle, parmak sayısına mahkum olmasıyla umutsuz olay. 

Anayasada güvence altına alınan hukuk devleti temel unsurlarından olan hukuki belirlilik ilkesi yerini belirsizliğe terk ettikçe hukuk da hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olmaktan çıkıyor, kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarının aracı durumuna  düşüyor.  Ne hukuksal güvenlik var ne de öngörülebilirlik. Tüm eylem ve işlemlerinde devlete duyulması gereken güven sürekli zedeleniyor, eriyor. 

Buna hukukun sınıfsallığı, sermaye sınıfının ve siyasi iktidarının hukuk üzerindeki çıkar egemenliği eklendiğinde hukuk daha baştan halk yönünden düzenleyici ve sorun çözücü olmaktan çıkıyor, sömürücü düzenin gereksinim ve çıkarına uygun kılıfa bürünüyor. 

Hukuk kurallarıyla kendini bağlı sayan hukuk devletinin bir başka ilkesi, yargı denetimi. Böyle hukuka böyle yargı… Yargı içindeki sorunlar yumağı kadrolaşmadan güdümleşmeye, ödül-ceza yönteminden savunma hakkının kısıtlanmasına kadar hayli büyük ve karmaşık. Yargılama yapan değil sermaye sınıfının ve siyasi iktidarın yaptıklarını onaylayan bir yapıyla karşı karşıyayız. Adalet dağıtmak isteyen yargı mensupları bu yapıyı kurtarmaya yetmiyor.

Bir hafta içerisinde ikisi avukat biri savcı üç yargı mensubunun intiharı sorunun kaotik durumunu gösteriyor. Kamuoyuna yansımayan intihar girişimleri de ihmal edilmemeli.  Avukat Bilge Çarpıcı’nın sözleriyle, “bir hukukçunun kendi yaşamına son verme arzusu, düzenin çürümüşlüğüne delalet. Düzen öylesine çürümüştür öylesine yozlaşmıştır ki yargı içindeki otorite ve hatta yargının kendisi de bundan nasibini almıştır. Otoritenin içeride yaşattığı mobbinglerin kendisi ve belki yaşamın içindeki dengesizlikler bireysel elem ve sıkıntıları nirvanaya taşıyor.”     

Aynı günlerde muhalefetten bir belediye başkanı gözaltına alınıp yine muhalefetten bir başka belediye başkanının Cumhurbaşkanı tarafından makama çağrılmasını yaşadık. Kamuoyuna yansıyanlardan, “Cumhurbaşkanıdır, çağırır” olağanlığından öte tehditle karışık transfer teklifini anlıyoruz ki ikisi de defteri kabartacak, siyasi pazarlık ve baskı örnekleri. Cumhurbaşkanı sıfatıyla devletin başı, yürütme organı ve parti başkanı şapkalarının nasıl üst üste giyildiğini görürken, bir cumhurbaşkanının bir belediye başkanına “leke çalarlar” demesi “cumhurbaşkanını da aşan leke çalıcılar mı var” sorusuyla mı karşılanacak? 

“Neresi uygulanıyor ki” denilen Anayasanın ihlali örneklerine yenileri eklenmeye devam ediyor. Kaldı ki söz konusu belediye başkanı hakkında açılmış ve bakılmakta olan bir dava varken söylenenler ve pazarlık konusu yapılanlar yargıyı da ilgilendiriyor. Anayasanın 138. maddesindeki “hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz” buyruk hükmü de bir kez daha boşa düşmüş oluyor.

Kızım sana söylüyorum gelinim sen anla dercesine muhalefetten tüm belediye başkanlarını baskılayan bir durumu da, hukuksuz kayyım uygulamasının yanına eklemeden geçemeyiz. Kanun devleti olmak, hukuk devleti olmaya yetmiyor. 

Burjuva hukukunda halk dünyaya hukukla bakma konusunda uyumlaştırılıyor. Egemen siyaset ve ideoloji, yasama organını da uyumlaştırarak, hukuku kendine uygun tasarlamanın ötesine geçerek kendine uygun uygulama ya da uygulamama keyfiliğine geçiyor. Bu, “hukuk” olmayan sözde hukuk ve keyfilik, düşman ceza hukukunun kaynağına, sömürüyü sağlamlaştırmanın aracına dönüşüyor. 

Hukuk, sınıfsallığının gerektirdiği kılıflara bürünüp kılıktan kılığa girerken eşitsizliğin ve sömürü özgürlüğünün güvencesi olarak kullanılıyor. Sermayenin sınırsız baskısında, kamusal kaynaklara el konulmasında, ülkenin yağmalanmasında, sınırların korunmasında, tarikat ve cemaatlerin her tarafta cirit atmasında, işçi ve kadın cinayetlerinde, cumhuriyetin ve laikliğin yok edilmesinde, yoksulluğun giderilmesinde hukuk yok ama liberaller “hukukun üstünlüğünü” dillerinden düşürmüyor.   

Emekçiler gayet iyi biliyor dünyaya hukukla değil, hukuka dünyayla bakılması gerektiğini. Ve dünyaya hukukla bakanların hukuku halka baskı, kendilerine çıkar aracı olarak kullandıklarını.

Emekçiler gayet iyi biliyor sömürü düzeninde hukuk ve yargı denilenin kapitalizmin ve emperyalizmin dünyasının yansımasından başka bir şey olmadığını. 

Bu eşitsizlik, bu sömürücü düzen, bu vahşi yaşam dayatması “insanlık onuruma dokunuyor” diyen tüm yurttaşlar itirazlarını yükseltip birlikte hareket etmedikçe, kurtuluş düşünceleri eyleme dönüşmedikçe halkın büyük çoğunluğu açlık ve yoksullukla boğuşmaya, sömürülmeye devam edecek. 

Türkiye Komünist Partisinin başlattığı “itirazım var” eylemleri imza kampanyasının ardından 19 Ocak 2025 Pazar günü düzenlenecek kitlesel eylemlerle, halk buluşmalarıyla sürecek. Eylemler, İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere pek çok kentte eş zamanlı olarak başlayacak.1

Kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın sömürülen herkes bir bütün olarak işçi sınıfının parçası olduğunun bilinciyle kurtuluş yolunda ayağa kalkacak ve yürüyecek.   

  • 1Eylem yer ve saatleri: İstanbul : Kadıköy İskele Meydanı, saat 15.30; Ankara : Kurtuluş Parkı, saat 15.30; İzmir: Karşıyaka İzban İstasyonu önü, saat 15.30; Eskişehir: Doktorlar Caddesi, Kanatlı AVM önü, saat 15.30.