Yalakalığın Dostoyevski tarihi

Dostoyevski’nin en büyük özelliğinden biri, yalaka tipleri çok iyi anlatmasıdır. Hemen tüm romanlarını bir ağ gibi ören yalaka tipler, romanın diğer kahramanlarının belirginleşmesine neden olmaktan çok, yalakalığın kazançlarının roman kahramanlarının hayatlarından bile daha önemli hale gelmesidir. Dostoyevski okuyarak, hemen tüm dönemin yalakalık tarihini üç aşağı beş yukarı tahmin etmek mümkün olabilir.

En önem verdiği, öne çıkardığı kahramanları bile, kendisinden daha yalaka tipler karşısında ancak yalakalıklarını gizleyebilirler. Budala romanının kahramanı Knyaz Mışkin özünde bir yalaka olmasa da, aklının gidiş gelişleri nedeniyle çok sağlıklı ilişkiler de kuramayan bir adamdır. Ama Dostoyevski onun yanına bir Lebedev tipi katmıştır ki, işte Lebedev ile Mışkin karşılaştırıldığında, Mışkin’in çok erdemli bir insan olduğu kanısına bile kapılabilirsiniz. Oysa Dostoyevski onun “budala” hastalığına yakalandığını ve bunun da düzelmeyeceğini romanında açıklıkla belirtir.

Kumarbaz romanının kahramanı Aleksey İvanoviç’i gözünüzün önüne getirin. Aslında son derece duyarlı, aşık olabilen, kumar oynamayı seven bir adamdır bu kahraman da, ama öyle durumlara düşer, sevgilisi Polina karşısında aşağılanmayı öylesine benimser ki, ondan, diğer yazarların roman kahramanlarındaki kahramanca değişimi boşuna bekler durursunuz.

Delikanlı romanının kahramanı Versilov, üst düzey bir yalakadır. Onun yalakalığı Lebedev ya da hasta İppolit gibi değildir asla. Akıllıca, sinsi ama sonuçta sert bir yalaka.

Yeraltından Notlar’ın isimsiz kahramanına gelince, kendinden sonra binlerce tip yaratmış olan bu “kahraman”, bir insanın o hallere gelip gelemeyeceğini insana sorgulatan bir tiptir. Bu kısa romanda zaman zaman okur, “bu kadar da olmaz,” diyerek kitabı kapatmaya bile kalkabilir.

Dostoyevski’nin çoğu olumsuz roman kahramanlarından oluşturduğu dünya günümüzün Türkiye’sinde geçiyor gibidir. Yalakalık söz konusu olduğunda, Dostoyevski’nin kahramanlarının etrafımızda öbek öbek dolaştığını görmek mümkün. Oysa biz roman okurları, genellikle olumlu kahramanlar yaratan kitaplara alışkınızdır. Bu romanın yapısı gereği zorlanan bir yaratımdır. Yel değirmenlerine kahramanca saldıran Don Kişot’tan tutun da, devrim yoluna çiçekler döşeyen Çernişevski’nin Rahmetov’una kadar bir yığın kahraman, “erdemli insan” tipini insanlara anlatabilmek için ortaya çıkmıştır.

Dostoyevski’de ise “erdem”in “e”sini bile bulamazsınız, yoktur çünkü. Erdemli olmak, Dostoyevski için Einstein’ın “görelilik” kuramı gibidir. Neye, kime ve nerede olduğuna bağlı olarak değişkendir ve asla tutarlı değildir. Bir insan erdemli başladığını sandığı hayatı erdemli olarak da tüketiyorsa, bu Dostoyevski için kocaman bir yalandır.

Bu durumda ülkemizdeki “yalakalık” sıfatının soyuttan somuta geçtiğini ve bir müessese olduğunu kabul edebiliriz. Göreli olarak baktığımızda çoğunluğu ele geçiren yalakalar, kendileri için bir sınıf oluşturabilmişlerdir ve bunun dışında kalanlar da “şizofrenler” gibi dışlanmaktadır

Demokrasinin Türkiye versiyonunda, çoğunluğun azınlığa hükmettiği kabul edildiğine göre, yalakalık müessesinin çoğunluğu ele geçirmesi de Türk tipi demokrasi kuralı çerçevesinde geçerli meslek haline gelmiştir ve bundan utanılacak bir durum da yoktur. Çoğunluk eğer davranış bozukluğu gösteriyorsa bu toplumda, davranış bozuklukları “normal” davranış haline gelir ve genel kabul gören doğru davranışlar ise toplumdan soyutlanır. Bunun yolları çeşitlidir elbette: İşsiz bırakmak, hapse atmak, tecrit etmek, dışlamak, yabancılaştırmak, ötekileştirmek vb...

Dostoyevski’ye dönersek, onun yarattığı roman dünyasında yalakalık asla bir müessese aşamasına ulamamıştır. Tek tek dolaşırlar, grup değillerdir ve birbirlerini de genellikle tanımazlar. Ama tehlikeli olan tarafları, bulundukları her grubu anında zehirleyerek, ayrışmaya, gruplaşmaya iterler insanları. Bu durum bir bozulmaya neden olur ve kamplaşmanın getirdiği düşmanlıkları ortaya çıkarır.

Günümüzde ise bunun yeterli olmadığını anlayan yalakalar gruplaşmayı ve dayanışmayı seçmişlerdir. Kendilerine bir “makam” edindiklerinde, bunu kaybetmemenin yolunun kendi gibi insanları yanına almaktan geçtiğini bilirler. Bu bin yıldır yapılan bir uygulamadır belki, ama işte bunun tamamen bir tapınmaya, hayranlığa dönüşmesi bu boyutlara daha önceleri hiç varmamıştır. Kralın dalkavuklarının olduğu dönemlerde bile bu dalkavukluk o kişinin göreviydi, şimdi yapılanlar ise “durumdan vazife” çıkarma şekline sokularak daha da korkunç hale gelmiştir. Örnekler çok, yazmakla bitmez.

Üzerine vazife değilken, “müştekinin” bir şikayeti bulunmazken, ona yaranmak için davalar açan yargı mensuplarından tutun da, en yüce amaçlarla hazırlanan davetlere gitmeyip, cepleri “altın külçeleriyle” dolu bir adamın törenine katılan devlet adamlarına kadar bir yığın örnek sıralanabilir. Kimileri, silahlarını ve mermilerini ortaya koyar siper olabilme adına, kimileri önüne yatar, kimileri sabitleşmiş suça “takipsizlik” verir sahibinin haberi bile olmadan.

Dostoyevski’yi okumanın tam zamanı. Elinize hangi kitabı geçerse geçsin alın okuyun ve sonra gözlerinizi kapayın...

Bakalım ne göreceksiniz?