15. yüzyılın sonunda, yani Orta Çağ’ın sonlarına doğru Katolik kilisesi, gücünün doruk noktasına ulaşmıştı. Papa ve papalık hiyerarşisi, tüm Orta Çağ dönemini zulmü ve otoritesi altına almıştı. Bu arada, bir sonraki yüzyılın başında, Roma’daki din adamlarının oluşturduğu mesleki grup (Curia), otokratik bir yönetime sahip Almanya’da başlayan dinsel hareketlenmenin tüm Avrupa’ya yayılmasını engelleyememişti. Yeni reform hareketi bir anda tüm Batı Avrupa’yı kaplamış ve başta Kuzey Almanya olmak üzere, İsviçre’nin bir bölümünü, Hollanda ve İskandinav ülkelerini, İngiltere’yi, İskoçya’yı ve Fransa’nın bir bölümünü Roma Kilisesi’nden koparmayı başarmıştı.
Roma Katolik Kilisesi’nin başında X.Leo, Almanya’da başlayan direniş hareketinin başında da Saksonya rahibi Martin Luther bulunuyordu.
Reform hareketi büyük bir azametle gelmişti. Bu bir rastlantı da değildi. Tarihteki tüm devrimler gibi, 16. yüzyılın reform hareketi yüzyıllardır hazırlanan bir hareketti. Artan tüm gücüne rağmen Katolik kilisesi, kendi felaketine yol açacak bir yolu izlemiş ve bu da reform hareketini tetiklemişti. Din adamlarının giderek daha da cahilleşmesi, zevklerinden vazgeçememeleri, açgözlükleri ve ahlaksızlıkları, Katolik dünyasına bağlı tüm ülkelerde sıkıntı yaratmaya başlamıştı.
Bu aşağı doğru gidişin nedeni hiç kuşku yok ki, Papalığın daha laik olan politikalarını terk etmesi ve çok daha önemlisi, dinsel ilkelerinden vazgeçmesi olmuştu. Kilisenin başındaki Papa’nın ve ona bağlı kardinallerin, rahiplerin dinsel ilkelerindeki tutarsızlık Roma’nın düşüşünü hızlandırmıştı. Papa’nın ve rahiplerin yalnızca kişisel çıkarlarını gözetmesi, kilise topraklarını genişletme istekleri doğal olarak, kendi dinsel görevlerini bir yana bırakıp, siyasete karışmalarına ve bu alanda rant sağlamaktan başka hiçbir şey düşünmemeleri bu gözden düşüşün başlıca nedeniydi.
Roma Kilisesi’nin başlıca amacı, Hıristiyanlık ilkelerini kendi çıkarları yönünde kullanmaya dönüşmüştü ve bu da dinsel kuralların, dogmaların bozulmasına ve kişilerin çıkarları uğruna kullanılmasına yol açmıştı. Böylelikle de yavaş yavaş tüm Batı Avrupa’yı saran, ama özellikle de siyasi anlamda zayıf düşmüş Almanya’yı hedef alan sinsi bir parasal politikalar üretilmeye başlanmıştı.
Aslında Papalığın sistemi az çok biliniyordu. Tüm mevkiler şu veya bu şekilde para karşılığı tahsis edildiğinden, hiyerarşi allak bullak olmuştu. Göreve atananlar kişisel yetenekleri nedeniyle değil doğrudan Papa’nın idari tasarrufu nedeniyle veya verdikleri “rüşvet” nedeniyle üst makamlara getiriliyordu. Papalığın ruhani ihtiyaçlarının hiçbir önemi yoktu. Onlar için tek şey, varlıklarını artırmak ve kişisel servetlerini en üst düzeye çıkarmaktı. Ahlaksal bozukluk, çok kısa sürede en üst makamdaki din adamlarından, en alt tabakada yer alan din görevlilerine, hatta keşişlere kadar inmişti.
Tüm Orta Çağ boyunca din adamlarının aldıkları eğitim, artık tamamen yok olmuş sayılırdı. Din adamlarının çoğu, herhangi bir eğitim almadan, sadece kayırılma ve rüşvetle istedikleri makama geliyor ve skolastik bir felsefenin aleti oluyorlardı. Hemen hepsi İncil’i ve Kutsal kitabı bilmiyor, ya da çok az biliyorlardı. Bildikleri de çok yüzeyseldi. Kuşkusuz, bu tür din adamlarının halk üzerinde nasıl bir etki yapacağını anlamak da çok zor olmuyordu. Cehalet, hurafe, hatta dine karşı şekilsel yaklaşım, din adamları tarafından hararetle destekleniyordu, çünkü halkı sömürmek için en iyi fırsat, dini bu şekilde kullanmaktı.
Bu düzen bir şekilde, dini inançları olan insanların protestosuyla karşılaşmak zorundaydı. Nitekim, 12. yüzyıldan beri Roma Kilisesi’ne karşı zayıf ya da gücü az muhalefet gelişmekteydi. Bu muhalefet, farklı tarikatların oluşumunda kendini gösteriyordu. Katar, Albigoy, Waldensian ve benzeri birçok tarikat bu muhalefet hareketinde aktif rol oynuyorlardı. Amaçları, Hıristiyanlığın ilk günlerine geri dönmek, o günlerdeki inancı yeniden diriltmek, kilise yapısının temelini İncil üzerine kurmak ve ona aykırı olan her kurum ve kuruluşu, dini kuralları ortadan kaldırmaktı. Ama bu arada Roma Kilisesi’nde de uzun süredir bir canlanma, geriye dönüş hareketi de göze çarpıyordu. 1140 yılında, rahip Arnaldo de Brescia, din adamlarının arınması için her türlü dünyasal varlıklardan vazgeçmeleri gerektiği konusunda fetva verdi.
Bir işe yaramadı elbette...
12. yüzyılın başında Clairvaux’lu Bernard, Papalığın siyasi iktidardaki hegemonyasına karşı mücadele etmişti. Kilisenin başına buyruk niteliğine karşı daha da güçlü muhalefet kendini mistisizm hareketinde buldu. 14. yüzyılın Alman mistikleri Meister Eckhart, Johannes Tauler, Heinrich Seuse ve arkadaşları doğrudan kiliseye, onun otoriter yapısına karşı mücadele etmiş olsalar da pek başarılı olamadılar. Onlar, dinde aşırı biçimciliğe karşı isyan etmiş, din adamlarının ahlaksızlığını ortaya çıkarmış ve İncil’in ana dilde okunması ve vaazlar yoluyla insanlığın ahlaksal yönden yenilenmesi gerektiğini savunmuşlardı. Ama bu hareketlerin yanı sıra, Avrupa’nın farklı noktalarında kilisede bir devrim gerekliliğini talep eden fikirler ortaya çıktı. Oxford profesörlerinden John Wycliffe’in yolundan gidenler tüm Kilise hiyerarşisini ve keşişlik mekanizmasını reddetmiş ve dinsel kaynak olarak bir tek İncil’i kabul etmişlerdi.
15. yüzyılın ilk yarısına gelindiğinde, Roma Katolik Kilisesi’ni doğru yoluna çekme girişimi Jan Hus ve arkadaşlarının söylemleriyle, ilk olarak eski Çekoslovakya bölgesinde ortaya çıktı. Bu söylemler, “kafir” ilan edilerek bastırıldı, ama bu “Reform öncesi devrimcilerin” fikirleri halk arasında kabul görüp yaygınlaşmasına engel olamadı ve 16. yüzyılın roformcularının daha da başarılı olmalarına olanak sağladı. Aslında 14. ve 15. yüzyılın hem bilimsel hem de sanatsal çalışmaları, Roma Kilisesi’nin yanlış yolda olduğunun ve mutlaka reform gerektiğinin ipuçlarını veriyordu.
15 ve 16. yüzyılın başlarında çoğu Katolik, Alman hiciv ustalarının “Reinecke Fuchs”, “Eulenspiegel” ve Sebastian Brant’ın “Narrenschiff” eserlerinde Katolik din adamlarının adalet anlayışlarıyla ustaca alay edilmeye başlanmıştı. Kilise’nin en iyi savunucularından biri olan Canstance, Basel toplantılarında Katolik Kilisesi’nin yönetici ve üyelerinin değişmesi gerekliliği dile getiriliyordu. Böylece, Roma Kilises’nin giderek artan gücüne karşı gelişen muhalefet hiç duraksamamış ve her bulduğu fırsatta belli bir dirençle ortaya çıkmaya başlamıştı. İşte Kilise’ye karşı devrim hareketi bu fırsatı 16. yüzyılın başında Almanya’da buldu..
Batı Avrupa tarihinde yeni bir çağ açan büyük Reform hareketi, sadece dînî veya kiliseye ait bir olgu değildi. Asıl mesele tüm Orta Çağ düzenine ve ona bağlı dünya görüşüne bir tepki olarak doğmuştu. Ortaçağ Katolik düzeni, kendi tarihsel gelişiminde sadece dinsel bir hareket olmanın dışına çıkmış ve Katolik mezhebine, kültürüne ve tüm sosyal yapısına karşı kendi görüşünü ortaya koymuş bir siyasi bir sistem haline gelmişti. Kendi evrensel bakışı ve teokratik dünya görüşüyle ulusal tüm değerleri ezmiş, Kilise yasalarıyla dim adamlarını toplumda ayrıcalıklı konuma getirmişti. Sonuçta Kilise’nin bu baskısı, ulusal bilinç, devletin egemenliği, laik düzen ve giderek güçlenen dinsel eğitime karşı bir mücadele başlaması gerekliliğini ortaya koydu.
16. yüzyılın başında reform gerekliliği düşüncesi hemen her yerde olgunlaşmaya başladı. Aydınlanma çağına yaklaşmış olmak, bastırılmış düşüncelerin uyanması, kilise otoritesi tarafından uyutulmuş halkın uyanması onlara yeni yollar arayışını zorunlu kıldı.
Gelelim İslam dünyasına...
Sünnilerle Şiiler, İran ve Suudi Arabistan kavgasıyla bir ayrışmaya girdiler. Katolik Kilisesi’nin merkezi nasıl Vatikan ise, Sünnilerin de merkezi Medine’ydi... Şiilerin ise, tıpkı Protestanlar gibi bir merkezi yoktu.
Ama Roma Katolik Kilisesi’ne karşı nasıl Protestanlar bir reform hareketi zorladıysa, şimdi de Şiiler Sünnilere karşı aynı reform hareketini zorluyorlar, yani ayrışıyorlar.
Çok açık...
İslam dünyasında bu ayrışım çok uzun sürmeyecek, zira artık Orta Çağ döneminde değil dünya. Herşey çok hızlı gelişiyor. Evet, savaşlar bunun üzerine yapılıyor ve yüzlerce insan ölüyor, ama otuz yıl veya yüz yıl savaşları gibi savaşları İslam dünyasında beklemek mümkün değil.
Tıpkı Hıristiyanlığın Orta Çağ’dan Aydınlanma Çağı’na geçişi gibi bir sürece girmiş durumda İslam dünyası ve bunu engellemek artık mümkün değil.
Yararlınan kaynak:
Б. Д. Порозовская Мартин Лютер Его жизнь и реформаторская деятельность Биографический очеркС портретом Лютера, гравированным в Лейпциге Геданом, и другими иллюстрациями