Sira birikimleri tüketmeye geldi

AKP tedirgin. Türlü oyunlarla elde ettiği yüzde 40’ın üzerindeki başarısını kutlayamıyor. “Sandık bizi akladı, işte karşınızdayız” diyemiyor.

Neden? Sanırım en büyük korku, cemaatin -ya da adı her neyse- 17 Aralık’tan bu yana kıyasıya kapıştığı yapılanmanın her an yeni ama çok daha vahim bir ses veya görüntü kaydıyla ortaya çıkması. Sağır odaları, üstelik de 13 Mart gibi yakın bir tarihte dinlemeleri gerçekleştiren cemaatin elinde ne gibi gizli kayıtlar olduğunu AKP bilemiyor. “Rahat” diye düşündüğü ortamların bile dinlendiği ortaya çıkınca da, her an ağır top mermisinin namluya sürülmüş bekletildiğinden neredeyse emin. Sempatiye ihtiyacı var Recep Tayyip Erdoğan’ın. Artık “ötekileştirdiği” kesim tarafından da biraz olsun sevilmek isteniyor. Bu nedenle belki, DHKP-C üyesi ilan ettiği, annesini yuhalattığı Berkin Elvan’ın aksine, kendi taraftarlarının “Alevi” diye aşağıladığı Pamir Dikdik’in ailesine telefon ederek başsağlığı diledi. Kimi yazarlar da Erdoğan’ın bu hareketinin takdir edilmesi gerektiğini savundu. Hep birbirinden nefret eden toplum yaratılmaya çalışıldı, bunun “semeresi” de alındı, ama dinamit dolu fıçının üzerinde sonsuza kadar oturamazsınız. Hükûmet de bunu iyi biliyor. Militanlarınca ortalığı karıştıracak bir yığın haber üreten AKP, bununla bir yere varamayacağının farkında, zira bunlar yolsuzluk, rüşvet, ihaleye fesat gibi bir yığın iddiaların üzerini örtse bile, ekonomik çöküntüyü ortadan kaldırmaya yetmiyor.

Ortalıkta müthiş bir nakit sıkıntısı var. Hükûmetin en büyük problemi şu anda ekonominin gelip dayandığı açmaz. Bir süre sonra “zam” furyasını başlatmak zorunda kalacak. Merkez Bankası’nın faizleri aşağı çekmesiyle piyasalarda yaratılacak suni rahatlama, ki Recep Tayyip bunu şiddetle istiyor, cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar süremeyecek. AKP baskısını artıracak, baskı arttıkça da hoşnutsuzluklar kendini gösterecek.

AKP’nin bir diğer tedirginliği de işte bu: İkinci bir Gezi Direnişi olayına karşı savunma hattı oluşturmakta güçlük çekmesi. Muhtemel toplumsal hareketlenmeler, cumhurbaşkanlığı seçimini de derinden etkileyecek, bu da muktedirlerin hiç istemediği bir durum.

Kapitalist dünyanın değişmeyen bakışını hatırlayalım. Karl Marks, Kapital’de değerin artmasına bağnazca bağlı olmanın insanları üretim için üretime yönelttiğini söyler. Değerin artması, alım gücünü zayıflatır ve insanları bir anlamda ayaklanmaya kadar götürür, ama kapitalist egemenlik mal değerlerinin artmasıyla bireylerin tam ve özgür gelişmesini engelleyecek maddi koşulların yaratılmasına da yol açar. İnsanların yastık altına tıkıştırdıkları paralar onların saf cimrilikleri, tutumlulukları ile açıklanırken, muktedirler bunun kendi sermayelerine katılması için yeni yolar ararlar. Bu da Marks’ın önemle üzerinde durduğu üretim için üretim politikasıdır. Malını satmak isteyen büyük sermaye, yastık altı tasarruflara gözünü dikmiştir artık. Sosyal algı yaratılarak ayıplanacak bir duruma döndürülen basit tasarruf eğilimleri, yastık altı ekonomisini kapitalist ekonomiye kazandırmaya başlar. Bu da kapitalistin ana parasını koruyabilmesi için onu büyütmesi gerekliliğine dayanak olur. “Yarışma kuralları, der Marks, kapitali koruyabilmesi için onu büyütme gerekliliğine dayanır kapitalin büyümesi ise sürekli birikime bağlıdır.” Bu birikim de işte sıkışan muktedirlerin halkın elindeki son paralara el koymasıyla sonuçlanır.

Bu son basamaktır, bundan öte çıkılacak basamak kalmamıştır.

Despotizm de, totaliterlik de, faşizm de bundan sonra başlar.

Tüm kutsal kitaplarda inananlara kazançlarını biriktirmeleri öğütlenir. Bu halk birikimleri, müthiş bir sermaye abidesi haline dönen, ama bu sermayeyi kendi çıkarları için harcayan kapitalist yönetimlerde toplumsal çarkın muktedirlere verdiği bir fırsattır. Kapitalist üretimin ayakta durabilmesi için üretime dayalı olmayan sermaye girişine sürekli ihtiyaç duyulması, daha da önemlisi bu ihtiyacın sürekli artmasıdır.

Adam Smith, Ulusların Zenginliği eserinde, birikim yoluyla sağlanan tüm gereçlerin sanayide kullanılması gerekliliğini savunur. Son derece saf ve yararlıymış gibi görünen bu düşüncenin temelinde biriktirmek için üretmek, üretmek için üretim çelişkisi yatar ki, tüm burjuva iktisatçılarının savunduğu da aynen budur. Kısacası, biriktirmek yoksul emekçilere, bunu harcamak da yeniden üretim safsatası altında kapitalistlere düşer. Hiç durmaksızın yinelenen kapitalist ekonominin temelini de bu kısır döngü oluşturur. Sömürülen aynıdır, sömürenler değişebilir.

Türkiye’nin 30 Mart seçimleriyle birlikte geldiği son nokta artık budur. Elinde bulunan tüm “devlete ait” değerleri özelleştirme adı altında satışa çıkaran ve tüketen 12 yıllık AKP iktidarı, artık ayakta durabilmeyi doğrudan halkın cebinde, birikimlerinde aramaktadır ve bunun için de elinde bolca argüman bulunmaktadır.

Bu yüzden iç ve dış savaş, kaos ve kargaşa elindeki sermayeyi kendine harcayarak bitiren muktedirlerin en son ve en kanlı tükeniş projesidir.