Osmanlıcayı biz öğreniriz, siz önce Türkçe öğrenin

Duygusal yazı yazmak benim için hep sorun oldu. Yazılarımda matematikten girer, fizikten çıkarım. İlk rastladığım çocuğa da hep şunu sorarım: Bir salyangoz 17 metrelik bir kuyunun dibinden yukarı doğru tırmanıyor. Günde üç metre çıkıyor, salyangoz ya, iki metre kayıyor. 17 metrelik kuyuyu kaç günde tırmanır?

Cevap çok kolaymış gibi gelir cin gibi bakan çocuklara: 17 gün değil. Eğer salyangoz 17 günde çıksaydı, bana bu adam bu soruyu sormazdı.

Nasıl bir akıl yürütme ama...

Doğru, 17 günde çıksaydı bu soruyu sormazdım.

Sonra ikinci tuzak sorum gelir: Bir ile üç arasında kaç sayı vardır?

Cin gibi bakan cevabın bir olmadığını bilir ve durur. Uzun uzun suratınıza bakar ve kendi içinde hesaplaşır: Bu ne biçim bir soru? Niye bunu ,sordu bu kafası kel, saçının sayısını bile her gün aynada hesaplayan adam?

Bir ile iki arasında sonsuz sayı olduğunu biliyordur cin bakışlı çocuk. Ama onun anlamadığı kendisine niye böyle aptalca bir soru sorulduğu.

Geleceğin Einsteinleridir bunlar, öyle çiğ çiğ yemeye kalkamazsınız.

O yüzden Mustafa Kemal Atatürk, “Gençliğe Hitabe”yi yazmıştır.

Peki, gelelim zurnanın zırt dediği yere...

Adamın biri çıkıyor ve diyor ki, “biz mezar taşlarımızda yazan Osmanlıca’yı okumak için çevirmen mi tutacağız?”

Ben de diyorum ki, altı yüz yıllık Osmanlı tarihini okumak için gerekirse çevirmen tutacağız, İngiliz tarihini öğrenmek için nasıl çevirmen tuttuysak. Siz önce gidin, Moskova arşivlerindeki Osmanlı külliyatını getirin.

Bu ucuz saldırılarla bir yere varamayacaklarını da zaten Osmanlıca bilmedikleri için anlayamıyorlar.

Bu ülke sınırları içinde yaşayan herkes elbette Türkçe kullandığı kadar Rumca, Kürtçe, Arapça, Farsça ve en çok da Osmanlıca kullanıyor.

“Mesela” diye başladığınızda zaten Farsça ile cümleye başlıyorsunuz.

ABD Nikaragua’ya “müdahale” etti dediğiniz anda, müdahale kelimesi yerine “el atma” önerisinde bulunanları yerle yeksan ediyorsunuz.

Müdahale kelimesinin gücü öyle büyük ki, el atma ile onu kapatamazsınız.

Bu ülkenin çocuklarına Osmanlıca öğretmeye kalkmayın, onlar zaten biliyorlar Osmanlıcayı. Sizin niyetiniz Osmanlıca alfabeyi çocuklara öğretmek.

Ben tarihimi bilirim ve sonuna kadar da savunurum. Neden Selçuklu döneminde konuşulan dili öğretmeyi zorunlu hale getirmiyorsunuz diye de sorarım.

Neden Sümerceyi, Hititçeyi zorunlu hale getirmiyorsunuz diye sorarım.

Ne demiş Mustafa Kemal Atatürk, “Tarihinizi öğrenmek istiyorsanız eğer gidin Hititçe, Sümerce öğrenin.”

Muazzez İlmiye Çığ oradan gelmiş.

Aygül Süer onun öğrencisi olarak ilk Hitit tabletlerini çözmüş. Elinde küçücük fırçayla çıkarttığı “kap kacak”a bir zarar gelmesin diye tozunu bile ayıklamış.

Sonra çıkmış kadının biri, Zeugma’da bulunan, banan göre bu yüzyılın en büyük tarihi eserinin üzerine basarak, “bulunan bu eser, üzerine basa basa söylüyorum ki, en büyük eserdir,” diyebiliyor. İster Zaytung haberi deyin, ister Ekşi Sözlük... Kadının topuklu ayakkabılarıyla o mozayiklerin üzerinde resmi var mı, yok mu?

Dedim ya, duygusallık bana göre değil, zaten bu yazı da duygusal bir yazı olmadı.

Oysa 87 yaşında yaşama sıkı sıkı sarılmış babamı, 83 yaşında onun merdivenlerden çıkışını bekleyen annemi yazmak istiyordum.

Bir dahaki sefere