İkiye bölünmüş 
bir ülke

30 Mart seçimleri net olarak şunu ortaya koydu: Ülkenin yüzde 45’i ile yüzde 55’i farklı dünyanın insanları. Ne bu yüzde 55’i Recep Tayyip Erdoğan’ın, ne de yüzde 55’in yüzde 45’i ikna etmesi mümkün. Ancak, bu yüzde 55’in içinde bir de yaklaşık yüzde 5 gibi bir oranın BDP olduğu düşünülürse (yüzde 100’ün içinde yüzde 8 olarak kabul edildiğinde), geriye AKP’ye kesinlikle muhalif bir yüzde 50 kalıyor.

Recep Tayyip Erdoğan’ın büyük bir kişisel çabayla “konsolide” edebildiği seçmen tabanı artık Erdoğan’ın (asla AKP’nin değil) kemikleşmiş oyu kabul edilebilir. Ortaya saçılan birbirinden vahim iddialara rağmen ülkenin yüzde 45’e yakın seçmen kesimi Erdoğan’ı aklamış, yaptıklarını görmezden gelmeyi tercih etmiştir. Yüzde 50 olarak tanımlayabileceğimiz kesim için yakın gelecekte iktidar ihtimali de yoktur. Ardı ardına bir yıl içinde on seçim de yapılsa, AKP’nin kemikleşmiş seçmenin Erdoğan’ın sözünden dışarı çıkmayacağı belli olmuştur.

Erdoğan’ın şematik olarak “öteki” diye nitelendirdiği kesimin en “kötü” özelliği, bir bütün olarak hareket etme kabiliyetinin bulunmamasıdır. Sonuçta Erdoğan amacına ulaşmış ve kendi seçmen tabanını yaratarak, geride kalanlarla köprüleri atmıştır. Bakmayın “balkon” konuşmasında söylemeye çalıştığı 77 milyonun başbakanı olduğu iddiasına, öyle olmayacağını hem seçmeni hem de “öteki” yüzde 50 çok iyi bilmektedir.

Bu durumda ne yapılabilir?

Muhalefet görevini hakkıyla yerine getirmeyen partilere yüklenmenin bir anlamı yok, yapamadıkları belli olduğu gibi yapamayacakları da ortaya çıktı. Her yolu denediler, ama kemikleşmiş Erdoğan kitlesinin aklını çelemediler. Bunun neredeyse olanaksız olduğunu da öğrendiler. Bu denli yolsuzluk, ihaleye fesat, yargıya müdahale, Suriye ile savaş, dini değerlerle alay etme, yandaş medya yaratma, rektör atamalarına karışma gibi her açıdan ortaya saçılan kepazelik dolu iddialara rağmen, Erdoğan kitlesi “biat” ettiği liderinin etrafında kenetlendi ve ona ulaşılmasını en azından kısa vadede olanaksız kıldı.

AKP karşıtı olan kitlenin bir parti bayrağı altında toplanması mümkün olmadığına göre, geriye bir tek “cepheleşme” kalıyor. Cephe deyince bu gazetenin okurlarının aklına Sol Cephe geliyor ister istemez, ama sözünü ettiğim cepheleşmenin ancak bir parçası olabilir Sol Cephe. Belki önemli ve önder bir parçası olur, ama bütünü kucaklaması mümkün değil, zira çok çeşitli siyasi görüşlerin toplandığı heterojen bir yapıda sürükleyici bir kimliği kazanmak yalnızca siyasi görüşle değil, zamanla da ilgili de bir sorun. Elbette çok önemli bir işlevi yerine getirecek, bazı konularda hatta dengeleyici ve yol gösterici olacaktır Sol Cephe hareketi, ancak tek başına yeterli de olmayacaktır. Yelpazenin genişlemesi, az müştereklerin tüm katmanlarca kabul görmesi şart.

30 Mart seçimleri, heterojen bir yapıya sahip olan yüzde 50’lik kesimin aynı yöne de bakabileceğini, sınırlı da olsa bir dayanışmaya girebileceğini gösterdi. Üstelik insanlar bunu kendiliklerinden, hiçbir telkin olmadan yaptılar. AKP’ye karşı kazanma ihtimali olan Belediye Başkan adayları, diğer siyasi görüşler tarafından, Türkiye tarihinde görülmemiş biçimde desteklendi. Bu, müthiş bir dayanışmanın, bir bakıma da Gezi ruhunun geri dönüşünün habercisiydi aslında. Sandıklar, hemen her tarafta AKP’ye karşı, yüzde 50’nin içindeki heterojen gruplar tarafından korunmaya çalışıldı. Devletin tüm olanaklarını elinde bulunduran iktidar elbette bunu çoğu yerde engelledi, ama dayanışma isteği bile gelecek için dev bir ışık huzmesi şeklinde toplumu aydınlattı.

Ve AKP’ye karşı olan insanlar artık kemikleşmiş “gericilik, bağnazlık, yolsuzluk vb.” duvarında delik açmaya çalışmak yerine güçlerini birleştirmeyi akıllarına getirebildiler. Bundan sonraki savaş da bu görüş etrafında şekillenecek.

Bu eğilime Gezi direnişi sebep oldu. Gezi direnişinde birbiri ile siyasi ortak noktası olmayan insanlar da sokakları doldurmuş ve bu yüzyılın şimdilik en büyük kalkışmasını gerçekleştirmişti. Bütün dünyada ses getiren büyük Haziran direnişi, AKP’nin tüm baskıcı ve hileci yönetimine karşı bir yerlerde sessizce, ama teyakkuzda beklediğini hatırlattı insanlara.

Artık mesele elde olanların en iyi kullanılması noktasına geldi. AKP’nin kendine kayıtsız koşulsuz bağladığı seçmen kitlesini devşirmeye çalışmanın anlamsızlığı ortaya çıktı. Bundan sonra yürütülecek politikaların ise onların seviyesine inmek yerine, onların seviyesini yükseltmek üzerine kurulması gerekliliğini de kanıtlamış oldu.

Bu arada Tunceli Ovacık’ta TKP adayının Belediye Başkanlığını kazanmış olması müthiş bir “artı” olarak tarihimizde yerini aldı, yürekten kutlarım.