Godot’dan bir ses yok

Akıl sağlığımızı korumakta zorlandığımız günler yaşıyoruz. Öylesine hızlı ve başdöndürücü günler içinden geçiyoruz ki bir gün sonra karşımıza neyin çıkacağını değil bilmek, tahmin etmek bile mümkün değil. Hâl böyle olunca olayları yorumlamaktan tutun da geleceğe yönelik öngörülerde bulunmak da müthiş sıkıntılı oluyor.

Asıl sıkıntı bütün Türkiye’nin popüler bir dizi filmin sezon finali ya da finalini bekler gibi 25 Mart’ı beklemesi oldu. Ne çıkması bekleniyordu, neler çıkabilirdi, çıkan şeyin vehameti daha önce çıkanlardan bir adım önde olsa ne olurdu? Zaten sallanmakta olan Erdoğan’a bir fiske daha vurmaktan öte neyin “rezilliğini” açığa çıkaracaktı?

İş rezilliklerin ortaya saçılmasını çoktan aşıp, neredeyse kendi cellatına davet çıkaran bir eğlence sektörüne dönüştü. Bir cellat ötekini dilim dilim doğrarken, bundan zevk almaya başlayan bir toplum haline dönüştük.

Bu beklenti belki özellikle yaratıldı belki gerçekten de insanlar böyle bir beklenti içine kendiliklerinden girdiler ve müthiş bir algı sömürüsü yaratıldı. Bugüne kadar çıkan kayıtların bir hükümeti bitirmesi yetmezmiş gibi, yeni kayıtlar bekleniyor. Sanki bir hükümet daha fazla rezil olabilirmiş gibi, bunun üzerine bir de tüy dikilmesi isteniyor. Bilerek veya bilmeyerek Pensilvanya muktedirini içten içe alkışlayanlar, bir başka felakete kapılarını açtıklarının henüz farkında değiller. Eldeki ile yetinmeyip, daha büyük “turp” bekliyorlar. Niye?

Yalnızca Berkin Elvan için söylenen sözler bile Recep Tayyip Erdoğan’ın zihniyetini açıklamaya yeter de artar bile, ama algı bu şekilde yaratılmıyor. Bir mağduriyet edebiyatı arkasında yeni yeni taraftar sağlanmaya çalışılıyor. Artık Türkiye’de siyaset takım tutmanın da ötesine geçmiş durumda. Partiler yelpazesinde muhalefet falan yok, takan da yok. Maç Pensilvanya ile Ankara arasında geçiyor, diğerleri bizimle birlikte konu mankeni.

25 Mart “boş” geçerse, bu kez Erdoğan mevzi kazanmış olacak. Sanki daha kötü bir kayıt yayınlanmadığı için, daha önceki kayıtlar da önemini yitirecek. Yaratılan algı bu değil de nedir?

Samuel Beckett’in “Godot’yu Bekleken” eserindeki beklenti durağına tıkıldık hepimiz ve nefesleri tutarak, daha önce çıkan kayıtlara burun kıvırmaya başladık. “Yeter artık bu ufak tefek şeyler için, heybedeki turp ne zaman çıkacak” beklentisi yaratıldı.

Tüm Türkiye Godot’sunu beklemeye başladı. Godot gelmezse eğer, bu hükümet yoluna devam edebilir, demek ki Godot diye biri yokmuş kıvamına getirildik.
Kâbus gibi...

Bu başdöndürücü kaset-kayıt trafiğinde birkaç saat önce yazılan yazıların, yürütülen öngörülerin de bir önemi kalmıyor. Buz üzerine yazıyoruz. Pensilvanya muktedirinin bu yılın başından bu yana yaydığı tehdit “fos” çıkarsa, bu kez olay bambaşka bir boyuta taşınacak, taşlar yer değiştirecek ve Türkiye’deki muktedir bu kez Türkiye’nin gündemini bambaşka noktalara taşıyacaktır.

Kayıtları yayınlayan merkezler “yayınladıklarımız bir hükümeti devirmeye yetecek önemde” türünden açıklamalarla, Godot’nun gelmeyeceğinin ipuçlarını verdi, veriyor.

Bütün veriler, alınan internet yasakları, Türkiye’deki muktedirin yaman biçimde ürktüğü yönünde. Uykularının kaçtığı belli. İpuçlarını da veriyor zaten “Mahremimize kadar girmişler” diyerek meydanları dolaşıp durdu. 7/24 dinlendiği artık belli olan Türkiye muktedirinin yaptığı konuşmalar içinde çok vahim konular olmalı ki telaş büyük. Bu yüzden de boş verip geçemiyorsunuz. Ama artık bu Ankara’nın suçlarına suç eklemesi eşiğini geçti ve gizliden gizliye bir meraka dönüştü. Sanki bu hükümetin meşruiyetini yitirmesi için daha da korkunç kayıtların çıkması gerekliymiş gibi. Hâl böyle olunca da 25 Mart ve sonrası birkaç günün beklenen kayıtları sağlamaması sonucu, neredeyse hükümet meşruiyetini yeniden ispatlayacakmış noktasına geldik.

Ortalıkta onlarca ses kaydı yayınlanıp duruyor. Ses kayıtlarını yayınlayan siteler, yayınlanan kasetlerin yeterli olduğunu gecenin bir yarısında yazmaya başladıklarına göre, 25 Mart’ın bir balon olduğu izlenimi de yaygınlaştı, umutsuzluk mırıltıları yükselmeye başladı, hayal kırıklığı kapıda...

25 Mart beklentisi tüm ülkenin kimyasını bozdu. Birçok konuda iş üretebilecek kişiler ve kurumlar, artık yerel seçimlerin bitmesini beklemeye başladı. 25 Mart olmazsa, insanlar 30 Mart’a kadar her gün yeni bir “bombanın” patlamasını bekleyecek. Çıkmaması halinde Türkiye muktediri “Hani ne oldu tehditlerin? Kasetlerin? Yalanların” diye meydanları inletecek. Haksız mı?

Bütün bunları bir kenara bırakalım. Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar kayıtların servis edileceği Başçalan sitesi tarafından daha önce duyurulmuş ve 25 Mart’ın beklentisiyle ilgili ipuçları da verilmişti. İşin daha vahim boyutlara ulaşmaması için Pensilvanya ile Türkiye arasında bir “centilmenlik antlaşması” bile imzalanmış olabilir, ama bu artık Erdoğan’ı kurtarmayacağı gibi Gülen’i de kahraman yapmaz.

Bir gün sonrası için yazı yazmak bu gibi kaotik ortamlarda çok daha zor oluyor. Metafizik ile ilginiz yoksa eğer, yaşama dair yorumlarınızın ayakları yere basmıyorsa, bir başka muktedirin başımızdaki muktediri yıkmasını alkışlamaya kurgulandıysak, bizim için kurtuluş yok demektir. Cemaat AKP’yi yiyip bitirirken, kimi amigolar da halkı telaşa sürükleyecek kadar sert eylemlere girişiyorlar. Bu, 30 Mart’tan sonra da devam edecek, öyle görünüyor.

Nereden bakarsanız bakın, 12 yıl bu ülkeyi başına buyruk idare etmiş, son beş yılında ise alabildiğine totariterleşmiş bir hükümetin daha fazla direnemeyeceği ortada.

Süreleri doldu ve gidiciler.

Siz, kim geliyor asıl ona bakın.

Emin olun, gelen asla Godot olmayacak.