Benim için de bir vals yazar mısın?

1837 yılının sonbahar başlangıcında Frederic Chopin, yaşamı boyunca en çok sevdiği iki kadından ilki olan Maria Wodzinska’nın kendisine yazdığı mektupları özenle sakladığı çekmecesinden çıkarıp masanın üzerine dizdi. Uzun uzun onlara baktıktan sonra, yorgun adımlarla çekmecesini bir kez daha açıp, kırmızı bir kordela ve büyükçe bir zarf çıkardı.

Elleri titriyordu ve galiba ağlıyordu da...

Zarfın üzerine bir iki damla gözyaşı düşünce anladı ağladığını.

Mektupları zarfa doldurdu ve zarfı kapattı. Üzerine de, “Moja bieda” yazdı. Cümle, “perişanlığım” ya da “zavallılığım” anlamına geliyordu.

Maria Wodzinka’yı çok sevmişti, Maria da onu sevmişti ama Wodzinska ailesinin reisi Kont Wodzinski, iki aşığın evlenmesine asla izin vermeyeceğini karısına açıkça söylemişti: “Bu zibidiyi Paris’te çok şımartmışlar anlaşılan. Benim kızımla evlenip, benim armamı taşıycak öyle mi? Ağzının payını verip haddini bildirmişsindir umarım.”*

Oysa Maria’nın annesi Kontes Wodzinska Maria’nın aşkının farkındaydı, ama elinden bir şey gelmiyordu. Evin tek hakimi Kont Wodzinski’ydi.

Chopin’in Maria’dan gelen mektupları çekmecesinden çıkarıp da paketlediğinde ayrılmalarının üzerinden çok zaman geçmemişti, ama yazışmaları azalmış, kurulaşmış ve birlikte olma umutları hiç kalmamıştı. Son bir kez İngiltere’ye, oradan da Almanya’ya geçmeyi ve Maria’yı görmeyi umuyordu, ama Maria yazdığı kısa notla o yaz ne Almanya ne de İngiltere’ye gitme niyetinde olmadığını bildirdi.

Maria ile olan aşkı sonsuza kadar bitmişti, bunu anladığı yazın sonunda bir akşam mektupları paketleyip bir daha görmemek, okumamak üzere kaldırmaya karar vermişti. Bir ara aklından tüm mektupları yakmak da geçmişti, ama bunu yapamayacağını da anlamıştı.

Chopin, Maria ile görüşmelerinin Kont Wodzinski tarafından engellenmesinin ardından, yakın arkadaşı Liszt’in evinde Barones Aurora Dudevant ile tanıştı. Ama Aurora Dudevant artık bir barones değildi. Kocası Baron Dudevant’tan ayrılmış ve Paris’e yerleşmiş, gazeteciliğe başlamış, adını da George Sand olarak değiştirmişti.

Liszt’in evinde karşılaştıklarında Chopin ilk izleniminiyakın dostu Hiller’e şöyle açıklamıştı: “Şu Bayan Sand, bana hiç kadınmış gibi gelmedi.” (a.g.e),

Oysa birkaç gün içinde her şey değişecekti. Chopin bir türlü kendini anlayamıyordu. Kadını çirkin buluyordu, ama sigara içişini, kara zeki gözlerini, etkili konuşmasını, ses tonunu aklından çıkaramıyordu. “Aurora,” diye söyleniyordu kendi kendine, “ne büyüleyici bir isim!”

Maria’yı unutamıyordu bir türlü, ama hayatına bir başka kadının girdiğinin de farkındaydı. George Sand giderek onu kendine bağlıyor, Chopin onu çok kıymetli, değeri ölçülemeyecek bir piyano gibi görüyordu. Zira, ne zaman Sand’ı düşünse, aklına bir beste yapmak geliyordu.

Aşk böyle bir şey olmalıydı herhalde...

Bir akşam, yine Liszt’in evindeki bir davetten döndükten sonra soyunup yatmaya hazırlanırken George Sand’ın kokusunu duydu. Sanki kadın odadaymış gibi ürkek bir heyecanla arkasına baktı. Oda boştu. Piyano orada duruyordu, evet, ama Sand yoktu.

Piyanonun başına oturdu ve Sand oradaymış gibi çalmaya başladı. Yepyeni bir şey çalıyordu. Çaldığı eser ise Maria Wodzinska’ya ithaf ettiği “La bemol majör vals”ti... Tuhaf duygular içindeydi ve bir türlü Georg Sand’ı da, Maria’yı da yüreğinden atamıyordu.

George Sand ise Chopin’e sırılsıklam aşık olmuştu. O sıralarda birlikte olduğu çocuklarının öğretmeni Mallefill’i de atlatarak Chopin ile daha çok birlikte olmaya başladı. Bir yandan da, Chopin’e ithaf edeceği “Lirin Yedi Teli” adlı eserini yazmaya başlamıştı.

Alfred de Musset ile yaşadığı fırtınalı aşk ve evlilikten sonra Chopin ilk kez birisine gerçekten aşık olduğunu hissediyordu. Aradığı adam Chopin’di ve onu ölünceye kadar bırakmamak niyetindeydi.

Sand, barones kimliğini bırakıp pantolonu ve ağzında sigarasıyla Paris’e indikten sonra birçok erkekle yakın arkadaşlığı olmuştu. Bunlardan en önemlileri takma soyadını da ondan esinlendiği Julien Sandeu, Alfred de Musset, Proudhon, Stendhal, Balzac...

Ama hiçbiri ile Chopin ile yaşadıklarını yaşamamıştı. Hatta hiçbiri ile Chopin tutkusunun doruklarında dolaşmamıştı. Chopin’e asla ismiyle seslenmiyordu. Onu ya “Chip chop” ya, “Chopinek”, ya da “Chip Chip” diye çağırıyor, mektuplarına da bu şeklde başlıyordu.

Mutluluk uzun sürmedi. Başlarda Chopin’i Sand kıskanıyordu ve onu bir şekilde elinde tutmak için her türlü özveriyi gösteriyordu. Bir süre sonra Chopin Sand’ı kıskanmaya başladı, ancak bu ölümcül bir kıskançlıktı ve George boğulduğunu hissediyordu.

Sonunda bir süre ayrı kalmaya karar verdiler. Chopin’in hastalığı giderek ağırlaşıyordu ve ölüm giderek yaklaşıyordu. George bunu hissettiği halde, Chopin’in kaprislerine dayanamadığından yardım elini uzatamıyordu.

Sonunda hiç görüşmemeye başladılar. Tuhaf biçimde ikisi de birbibrini görmek istiyor, ama ikisi de buna yanaşmıyordu. Ama Sand, Chopin’in yakı dostları aracılığıyla sağlığıyla ilgili bilgiler almayı sürdürüyordu. Chopin ise daha çok zamanını Bayan Solange’la geçiriyor, Sand’ı aklına getirmemeye çalışıyordu.

Ama ölüm döşeğindeyken Chopin yanında yalnızca kız kardeşi Ludwika ile Solange’ın olmasını istedi.

Büyük aşk gerçekten bitmişti artık...

Hem ruhsal hem fiziki...

Oysa George Sand hep beklemişti Chopin'den: Bir prelüd, bir vals, bir mazurka, bir nokturn... Kendisi için bir küçük beste... Kendisi ona "Lirin Yedi Teli"ni yazmış ve beklemişti...

*Romantik Müzik Dehası Chopin, Neşe Taluy Yüce, Etkin Yayınevi, Biyografik Roman Dizisi 17, 6. Baskı, s. 92