Benim fıtratımda sizinle yaşamak diye bir zorunluluk yok

Başbakanken de böyleydi, cumhurun başına geçti, değişen bir şey olmadı. Tek kelimeyle gündeme bodoslama dalıyor Erdoğan, herkesi de peşinde sürüklemeyi beceriyor.

“Velevki” demeye başladı, bütün kuyrukçuları velevki kelimesi geçen cümle kurmakta birbirleriyle yarıştılar. Güzelim “diyelim ki” kelimesi kullanılmaz oldu.

“Men dakka dukka” dedi, herkesin ağzında. “Ucube” dedi, bütün sanat eserleri ucube oldu. “Paralel” dedi, cemaatin adı paralel oldu. En son da “fıtrat”a taktı. Madenciler için kullandığı kelimeyi şimdi artık her şeyde kullanabilir. Matematiksel olarak izah etmeye kalkarsak, Erdoğan’ın dünyası ikiye ayrılmış durumda: Fıtrat parantezine girenler, parantezin dışında kalanlar. Eğer işine gelmeyen bir şey gündeme düştüyse, işin fıtratına bağlayarak nesnelliği açıklamaya çalışıyor, işine gelen bir konu olduğunda, o işin fıtratı filan da olmuyor.

Maden işçilerinin cinayetlere kurban gitmesini işin fıtratına bağlayan Erdoğan, kadın erkek eşitliğini de döndürüp bu denkleme sabitledi.

Önemli olan cumhurun başının ne yaptığı, ne söylediği, kitleleri hangi tartışma bulutuna çekmek istediği değil, önemli olan toplumsal reflekslerin körelerek, fıtrat denklemindeki (=) işaretinin sağında veya solunda yer almanın moda haline gelmesi.

Eğer bu ülkenin Güneydoğu Anadolu sınırlarında bir hareketlenme oluyorsa, çatışmalar başlamışsa ve yeniden bir yapılanma söz konusuysa, Erdoğan’a göre olanlar bir fıtrat meselesi. Topçu Kışlası’nın AVM’ye dönüştürülmesi için İstanbul Büyükşehir Belediyesi bütçe ayırıyorsa, bu belediye hizmetlerinin fıtratında var, ama toplumun fıtratında yok.

Çılgın Roma İmparatoru Caligula, Circus Maximus’ta düzenlenen yarışlarda yeşillerin galip gelmesi için talimat verdiğinde, Roma Konsülleri bu işe itiraz edecek gibi olmuşlardı. Caligula, elbette fıtrat kelimesini kullanmamıştı o sıralarda, ama emirlerine itiraz edilmesi halinde tüm Roma meclisini dağıtacağı tehditinde bulunmuştu. Kendisine, “ama bu şekilde yarışların hiçbir heyecanı kalmıyor,” şeklinde itirazlar yapıldığında ise, “nasılsa biri yenilecek, yenileni benim tayin etmemden daha doğal ne olabilir ki,” cevabını yapıştırıveriyordu.

Amerikan ordusu Vietnam bataklığında nal toplayıncaya kadar, ABD bölgeye gönderdiği paralı askerlerinin ölümlerine uzun süre fıtrat olarak baktı. Ta ki, artık ölümler paralı olmayan askerlere bulaşıncaya kadar. Savaş varsa, yenmek kadar yenilgi de bir fıtrattı.

Kolayca kabul edileceği gibi, “fıtrat” kelimesinin arkasında dinci bir kadercilik yatıyor. Yani, fıtrat ile kadercilik aynı kefeye konuyor ve pragmatik bir yaklaşımla da sorun çözülmüş gibi gösteriliyor.

İnşaat işinde çalışıyorsan eğer, inşaatlarda meydana gelebilecek her türlü iş kazası bu işin “fıtratına” bağlanıyor ve aynı Aristo mantığı, kabine üyelerinin ya da AKP’li belediyelerin yolsuzluğa bulaşmalarında da kullanılıyor. Halka bu anlatıldığı için de, “adam yiyor ama çalışıyor” fıtratı düz mantığı ele geçirebiliyor. Yolsuzluk, hukuksuzluk, adaletsizlik, kadın cinayetleri, çocuk istismarları, çevre katliamları vb. gibi tüm çağdışı yaklaşımlar gelip fıtrat denilen sihirli kelimeye dayanıyor ve fıtrat ile tanrı buyruğu eşitleniveriyor.

Gezi olaylarında, haziran direnişçilerinin gözünün yaşına bakmadan her türlü şiddeti uygulayan polisler, “kutsal ittifak” bozulup da çil yavrusu gibi ülkenin dört bir yanına dağıtıldığında, “polislik mesleğinin fıtratında var bu,” denmedi, ama yapılan buydu. Biri itiraz edecek olsa yapıştıracaktı büyülü “fıtrat” kelimesini dönemin başbakanı, şimdinin cumhurbaşkanı. Kadın erkek eşitliğini de fıtrata bağlayan birinden, daha nesnel bir açıklama bekleyemezsiniz. “Alnımıza ne yazıldıysa o olur,” kaderciliğinin tek kelimeyle açıklandığı bir durumdur fıtrat. Başbakan veya Cumhurbaşkanı isen 2 bin 500 koruma ile gezmek “işin fıtratında” vardır da, her gün ilkel bir erkek tarafından canından olan kadının hayatında da bu işin “fıtratı” gizlidir.

Aslında Erdoğan’ın Türkiye’nin her noktasına el atma hevesinde olduğunu baştan kabul ettiğimize göre, önerim şu olacaktır: Bütün olguları “fıtrat” parantezine almak. Fıtrat ile kesişmeyen, uyuşmayan tüm olgular parantez dışında kalacağından, zaten işler rayında gidiyor demektir. Yok eğer olgular mantik silsilesi içinde açıklanamıyorsa, fıtrat denkleminin içine alınır ve “ilahi” adalete teslim edilir.

Ergenekon, Balyoz, Odatv davaları gündemden düşmediği sıralarda, yandaş gazetecilerin dilinden düşmüyordu, “Kurunun yanında yaş da yanar,” cümlesi. Diyorlardı ki Erdoğan ağzıyla, “su testisi su yolunda kırılır”. Bu işe şu veya bu şekilde bir yerinden bulaştıysan eğer, işin fıtratında olan cezaya da katlanacaksın. Suçsuzsan suçsuzluğunu ispatlayacaksın, yok eğer ispatlayamıyorsan, cezanı çekeceksin.

Artık tüm kötülükler, Pandora’nın kutusuna saklanmıyor, fıtrat sözcüğünün arkasına gizleniyor. İşin kötü tarafı, Pandora’nın birbirine geçmiş kutularının en sonuncusunda “umut” vardır. Fıtratta ise umut, bir başka dünyaya bırakılmıştır.

Muktedirler için değil tabii... Onlara fıtrat filan da sökmez.