Beni kraldan daha yetkili kılın

19 Nisan 1653’te İngiltere’nin o sırada en güçlü adamlarından Oliver Cromwell İngiliz parlamentosunda konuşuyordu. Konu seçim kanunuydu. 1652 yılında parlamentoya genel bir af kanunu getirilmiş, fırtınalı tartışmalardan sonra parlamentodan geçmişti. Bunu seçim kanunu izledi. Seçim kanunu da 47 oya karşılık 49 oyla kabul edilmişti. Bu kanuna dayanarak parlamento seçim tarihi olarak 3 Ekim 1654’ü işaret ediyordu. Parlamentoda müthiş bir gerginlik vardı. Tüm meclis, Oliver Cromwell’in seçim kanunu üzerine yapacağı konuşmayı bekliyordu. Herkes heyecanlıydı.

Cromwell kürsüye çıktığında salonu önce bir uğultu, ardından derin bir sessizlik kapladı. Cromwell’in yapacağı konuşmanın etkili olacağını bilen parlamento üyeleri büyük bir dikkatle dinlemeye başladı.

Cromwell sakin başladı. Bir ara sesi yükselir gibi olduysa da, kontrol altına almasını bildi. Bu hep yaptığı taktikti. Kendisinden sert ve hırçın konuşma beklendiğini biliyor, bunun için de sakin dalgaları önceden sahile vurmayı iyi beceriyordu.

Konuşma başlayalı iki dakika kadar olmuştu ki, sustu ve başını önüne eğerek birkaç saniye konuşmadan bekledi. Sonra birden başını kaldırdı ve parlamento sıralarında oturanları hızla süzdü.

Gösteri başlıyordu...

Yutkundu ve “Sizi seçip buraya gönderen halk için ne yaptınız?” diye bağırmaya başladı. “Bütün derdiniz kendiniz için daha iyi yaşam koşulları yaratmak. Daha çok para kazanmak için her şeyi yaptınız! Bu koltuklarda sonsuza kadar kalmak istiyorsunuz, biliyorum, ama artık sonunuz geldi. Tanrı sizi bağışlamıyor. Bunu biliyorum, çünkü ondan aldığım izinle buraya, karşınıza geldim. Onun iradesini ben uygulayacağım!”

Bazı milletvekilleri ayağa kalkarak, sıraları yumruklayarak itiraz ettiler. Cromwell ne kadar hırçın ve yürekli olursa olsun, sonuçta yalnızdı. İtirazlar bir anda hakarete dönüştü. Cromwell daha da sinirlenmişti.

“Yeter!” diye haykırdı. “Söyledikleriniz milletvekillerine yakışmayan sözler!”

Ardından işaret parmağını genel kurul salonunun giriş kapısına yöneltti. Bir anda silahlı askerler salona girdiler. Cromwell hâlâ parlamentoyu yönetmeye çalışan başkana, “İnin oradan!” diye bağırdı.

“Hayır, inmeyeceğim. Buna hakkınız yok!”

“İnin!”

“Beni buradan indirmeye kimsenin hakkı yok, sizin hiç yok!”

“Sizi seçip buraya gönderen halk için ne yaptınız? Bütün derdiniz kendiniz için daha iyi yaşam koşulları yaratmak.”

Cromwell muhafızlara döndü:

“İndirin şu adamı!”

Başkan, “Oliver Cromwell,” diye bağırmaya başladı. “Bu yaptığın alçaklıktır! Cezasını ödeyeceksin!”

Cromwell kahkaha atarak, “Öyle mi,” diye karşılık verdi. “Eğer isteseydiniz bugün olanların hepsine zamanında engel olabilirdiniz, ama yapmadınız. Yapmak istemediniz! Kader bu. Tanrı sizin bu kutsal mekanda daha fazla kalmanızı istemiyor demek ki...”

Ardından Cromwell, öfkesinden hiç ödün vermeden milletvekillerine neredeyse tek tek seslenerek, “Sen dolandırıcı... Sen uçkur düşkünü... Sen ahlaksız... Sen tefeci... Sen batakçı... Sen uyuşuk... Sen yalancı... Sen serseri...” diyerek hepsini salondan kovdu. Kimse çıt çıkaramadı. Salon boşalıp da, kendisi ve üç beş asker dışında kimse kalmayınca Cromwell askerleri de alarak salonu terk etti ve ardından da kapıyı kilitledi kapısına da kocaman bir levha astı:

“Kiralık odalar”.

Kısa süre sonra Cromwell, hükümet üyelerinden istifa etmelerini istedi. Daha önce Kral Charles’ı idama mahkûm etmiş mahkemenin başkanlığını yapmış olan Bradshaw, o sıralarda hükümet konseyinin de başınındaydı. Şiddetle reddetti. Cromwell çok sakindi. Emrinin er veya geç yerine getirileceğinden emindi. Bir süre hiçbir eylemde bulunmadan bekledi ve Bradshaw ve diğer konsey üyelerinin parlamento binasını terk edişlerini camdan izledi. İngiltere, tarihindeki neredeyse ilk resmi diktatörle karşı karşıyaydı artık.

Aradan birkaç ay geçmişti ki, 6 Haziran 1653’te Cromwell, yanında saray muhafızlarıyla birlikte Whitehall’da ilk toplantısını gerçekleştirecek olan küçük parlamentonun yüz kırk üyesini seçti. Hepsi tanınmış kişilerden oluşuyordu ve haklarında “dedikodu” üretilmemişti. Kısa yaşamı süresince İngiltere’nin tek hakimi olan Cromwell dönemi de böylelikle başlamış oldu.

İngiltere’ye bir kral gerekiyordu gerekmesine, bu Cromwell’e göre Tanrının bir buyruğuydu belki, ama şimdilik bu işi kendisinin götürmesi de bir Tanrı buyruğuydu. Çok değil, parlamentoyu feshetmesinden iki yıl önce şöyle diyordu Cromwell: “Bir İngiliz vatandaşı ve inançlı bir Hristiyan olarak, kurulması gereken devletin, haklarımızı garanti edecek ve özgürlüğümüze saygı gösterecek ılımlı bir monarşi olmasında yarar görüyorum.”

Yani, beni kraldan da daha fazla yetkili kılın, sizi idare edeyim diyordu.

Dediğini de yaptı.