Beni ilgilendiren tek şey adalete saygınız

Uzun giysisi, tozlu çizmeleri, göğsüne kadar inen beyaz sakallarıyla 60 yaşlarında bir adam bastonuyla 500’ler meclisine girdiğine bazıları neredeyse ayağa kalkıyordu. Meclis başkanı, elindeki tunç tokmakla taş masaya vurarak sessizliği sağladı. Yaşlı adam yarım daire biçimindeki amfiteatrın ortasına kadar yürüdü. Dört silahlı adam kendisini takip ediyordu. Yaşlı adam amfiteatrın ortasında dimdik durarak kendisini yargılamak için toplanan meclisi kısa bir süre süzdü, hafifçe öksürdü ve konuşmaya başladı:

“Yüce Meclis üyeleri! Beni ihbar edenlerin üzerinizde nasıl bir etki bıraktığını bilemiyorum, ama öyle akıl dışı bir gerekçeli karar hazırlamışlar ki, neredeyse kendimden kuşkulanır oldum. Ancak şunu da size söylemek zorundayım hakkımda ortaya atılan iddiaların tek bir kelimesi bile doğru değil. Binlerce yalan vardı iddanamenin içinde ama biri beni çok şaşırttı: Beni halkı ayaklanmaya teşvik eden biri olmakla suçladılar.”

Yaşlı adam sustu. Boğazı kurumuştu. Bir bardak su istedi, getirdiler.

“Yüce Meclis üyeleri,” diye devam etti sözlerine kır saçlı adam. “Elimde silah olduğu sürece ayaklanmacı olmadığımı kanıtlamam zorlaşıyor. Ama unutmayın ki daha düne kadar elimde dolaştırdığım silah bir horozu bile gıdıklamayı beceremeyecek bir silahtır.”

Yaslandığı bastonu meclis başkanına doğru uzattı:

“Hep gerçeği anlatmaya çalıştım, izin vermediniz. Şimdi bir kez daha deneyeceğim. Ama önce sizden, aranızda hala yurtsever kimliği bulunduğuna inandıklarımdan bir şey rica edeceğim: Eğer ben kendimi alışıldık biçimde savunursam sizlerden ricam sözümü kesmemeniz. Zira artık yaşlandım ve kafamı toparlamakta güçlük çekiyorum. Üstelik çabuk yoruluyorum. Sizi çok meşgul etmeyeceğim, ama lütfen söylediğim her kelimenin üzerinde iyi düşünün. Siz dünyadaki tüm yargıçların da üzerindesiniz ve bu meydana çıkanlardan kimin gerçeği söylediğini en iyi siz bilirsiniz.”

Muhafızlar yaşlı adama biraz daha yaklaşınca, Meclis Başkanı tokmağını yeniden taş masaya vurarak muhafızları eliyle durdurdu. Yaşlı adama dönerek, “Sizi dinliyoruz,” dedi. “Savunmanıza karışmayacağız. Rahat olabilirsiniz. Ama o bastonu suratıma tutmaktan vazgeçin!”

Yaşlı adam bir süre sakallarıyla oynayıp düşündükten sonra yeniden tüm diriliğiyle konuşmaya başladı: “İzin vermeyeceğinizi biliyorum sayın başkan, ama yine de söylemeye çalışayım: Sizleri daha yürümeyi yeni öğrendiğiniz günlerde kuşatıp, beni ve benim gibileri suçlu göstermeye çalışan zihniyetiniz inanın bizden çok daha tehlikelidir.”

Bir uğultu yükseldi, başkan yine taş masaya vurdu.

“Beni korkutan sizlerin varlığı değil, bu suçlamaları bana yönelten aranızdaki ihbarcılardır. Onlar hep var olacaklar ve öyle zaman gelecek ki, sizi de birbirinize yargılatacaklar. Onlar umduğunuzdan da kalabalıklar. Tehlike onlarda, bizden çok daha kalabalık olan muhbirlerde. Bunu görmeniz gerekiyor!”

Sesi iyice yükselmişti. Bastonuyla kendisini ihbar edeni gösterirken sesi daha da kalınlaştı: “Onlar beklemesini bilirler ve en uygun zamanı kollarlar. Sizin inanmaya en yatkın olduğunuz zamanda da ortaya çıkarlar. Tıpkı şurada oturan gibi!”

Yeniden bir uğultu yükseldi. Yeniden tokmak ve sessizlik...

“Belki ilk gençlik yıllarımızda, daha da önce belki, çocukluk çağımızda bu suçlamalar zaten gıyabımızda verilmişti. Bizi ihbar edenlerin hiçbirini tanımadık. Böyle bir suçlamayla karşılaşacağımızı da hiç düşünmedik. Ta ki bugüne kadar. Bugün artık en azından ben biliyorum. Ama en zor şey, kendilerini asla göstermeyen bu muhbirler tarafından izlenmektir, zira ne bizim ne de sizin onları mahkemelere getirme şansımız yok. Bu yüzden kendimi savunmam neredeyse gölgelerle savaşmak gibi bir şey. İki türlü muhbirle karşılaştım ben: Birinciler suçlamaları şimdi gündeme getiren yeniler, ikinciler çok daha eskilerden beri suçlayanlar. Ben kendimi ancak ikincilere karşı savunabilirim. Evet, şimdi savunmamı yapmak zorundayım yüce yargıçlar ve kafanızda oluşan kuşkuları gidermek zorundayım. Şunu da bilin ki, hayatım boyunca hep gölgelerle savaşmak zorunda kaldım.”

“Evet yüce yargıçlar!” Sesi yeniden yükselmişti. “Belki de aranızdan biri çıkıp bana şunu söyleyebilir: ‘Anlıyoruz, evet, ama size karşı öne sürülen bu suçlamaların kaynağı ne? Her halde siz de tuhaf bazı şeyler yapmış olmalısınız. Diğerleri gibi olsaydınız, hakkınızda yapılan tüm söylentiler, konuşmalar asla ortaya çıkmazdı. Öyleyse nedir bunun sebebi? Siz bunu açık yüreklilikle söyleyin ki, bizler de yanlış yargıda bulunmayalım’”.

“Haklı gibi görünüyorsunuz bu sorunuzda. Yüce yargıçlar, beni güvenilir kılan tek şey adalete saygınızın olup olmadığıdır. Varsa, bu saygıyı hak ettiğimi düşünüyorum. Yanlışlara düştüğümde bile, kendimi suçlamak yerine sizleri suçladım, ama dürüsttüm. Her şeyin üstesinden gelebileceğimi sandım, başaramadım. Çünkü ben bu kentin sokaklarında hayatım boyunca her şeyi bilen insan olarak dolaştım. İnsanlar kendilerinde olmayan tüm bilgilerin bende olduğunu sandı, oysa ben hiçbir şey bilmiyormuşum. En iyi bildiğim şey, hiçbir şey bilmediğimmiş.”

Başta Meletos olmak üzere, buradaki tüm suçlayanlara sesleniyorum: Kendilerini bu kadar iyi muhbir yapan kimdir? Beni bu mahkemenin önüne getirip suçladıklarına göre, bunları biliyor olmalılar.”

“Muhbirler! Neden sesiniz çıkmıyor. Haydi söyleyin sizi daha iyi yapan nedir?”

“Yasalar mı?”

Yaşlı adam yorgun bir şekilde öne eğildi ve ansızın kahkaha attı: “Hey hak! Ne yazık ki sorduğum sorunun yanıtı yasalar değil. Ben, yasaları herkesten önce bilenin kim olduğunu soruyorum. Sizlersiniz yüce yargıçlar! Burada oturan hepiniz!”

Ey yargıçlar, muhbirlerin tutarsızlığı olarak gördüğüm şeyi irdelemede bana katılmanızı istiyorum. Hiç süvariliğe inanıp da atlara inanmayan, ya da flüt çalmaya inanıp da flüt çalanlara inanmayan biri olmuş mudur?”

Derin bir sessizlik...

“Hayır yargıçlar; yanıtlamayı reddettiğinize göre size ve yüce mahkemeye yanıtı ben vereceğim. Bunlara inanan tek bir insan olmamıştır. Ama lütfen şimdi şu soruyu da yanıt veriniz: Tanrısal ve manevi şeylerin olduğuna inanan, ama ruhlara inanmayan biri olabilir mi? Söyleyeyim, olamaz. Bundan öte bir savunma gereksizdir. Eğer yok edilirsem, beni de sizi de yok eden bu olacaktır. Zıtlığı gören birileri belki de bana karşı tavır da alabilir, beni dışlayabilir. Aranızda böyle düşünenler varsa, benim de insan olduğumu, etten kemikten yaratıldığımı hatırlamasını isterim. Hoşça kalın Atinalılar!”

Yaşlı adam 500’ler meclisini terk ettiğinde takvimler M.Ö. 399’un ilk bahar günlerinden birini gösteriyordu.

Muhbir Meletos şaşkındı. 500’ler meclisininden kalabalık bir grup yaşlı adamın peşinden koşuyordu.

Sokrates ise baldıran zehiri içmeye gidiyordu.