Baykal ve ahlak

Tanrı katında toplantı. Üç büyük melek: Mikail, Cebrail, İsrafil... Bir tek aykırı olan Şeytan Mephisto...

Melekler insanların erdemlerinden, iyiliklerinden dem vurup, Tanrı’nın günahkârları bağışlaması gerektiğinden söz ettikten sonra, üçü birden koro halinde, “Hiç kimse yaratıcılığına tam olarak ulaşamadığı halde, senin bakışın bize ve insanlara güç veriyor. Bütün o yüce eserlerin, ilk günkü kadar görkemini koruyor,” diye düşüncelerini dile getirir.

Tanrı, hoşuna gitmeyen bir şey söyleyeceğini bildiği halde, yine de Şeytana döner.

Mephisto, “Ey yüce Tanrım!” diye başlar sözlerine. “Beni meleklerin kadar sevmediğini biliyorum. Onlar gibi, seni övecek dilden yoksunum. Uzaydaki bütün yaratıklar benimle alay etseler de, görevimi sürdüreceğim. İnsanları acı içinde inlerken görmek kadar bana zevk veren başka bir şey yok. Dünyanın o küçük Tanrısı hep aynı halde ve ilk gün onlara bağışladığın o küçücük ışığa güveniyor. Akıl adını verdiği bu ışığı hayvanlardan daha hayvan olma yolunda kullanıyor.”

“Ne yani,” der Tanrı. “Bana söyleyecek daha iyi sözlerin yok mu? Sen hep kötü şeyleri mi görürsün yeryüzünde? Ben kullarımı sınavdan geçiriyorum.”

“Onlar da hep sınıfta kalıyorlar.”

“Faust’u tanıyor musun,” diye sorar Tanrı.

“Şu doktor olanı mı? O sapığı kim tanımaz. Yemesi içmesi, giyinip kuşanması, saçlarını taraması bile diğerlerinden farklı. Dört duvar arasına kapanmış size hizmet ettiğini sanıyor. Anladığım kadarıyla siz ona güveniyorsunuz. Ama izin verin kendi yöntemlerimle size bu adamı nasıl yoldan saptırdığımı göstereyim.”

“Haydi git! Ne yapacaksan yap bakalım. Elini ardına koyma!”

Mephisto bir süre yeryüzüne doğru bakıp düşündükten sonra, “İzin verdiğiniz için teşekkür ederim. Kedi fareyi kovalamaktan nasıl zevk alıyorsa, ben de bu kendini erdemli sanan siyaset adamlarıyla uğraşmaktan öyle zevk alırım,” der ve devam eder. “Onları deliğinden çıkarmak için her türlü kurnazlığı, hileyi kullanmaktan asla çekinmem. Şeytan yüzümü hiç göstermem. Mutlaka bir yanından yanaşır, en güzel, en masum maskelerimi takınırım. Gururunu okşar, onun ayaklarını yerden keserim. Dünyanın en büyük zevklerini tattırır, onu ilahi dünyadan soğuturum.”

“Yeter artık,” diye bağırır Tanrı. “Onu ben senden daha iyi tanırım. Git, yapacağını yap. Eğer onu yolundan saptırabilirsen, bu ruhu kendinle birlikte cehenneme sürüklemene izin veriyorum. Ancak, inançlı bir insanın, günahların içine batmış olsa bile, tövbesini kabul ettiğimi unutma.”

Faust’un tövbesi kendi canına kıymaktır...

Goethe’nin ünlü tragedyası Faust’tan esinlenilerek yazılmış bir nottur yukarıdaki. Birebir değildir belki ama yüzde doksanı Goethe’ye aittir. Yeryüzünde erdem yüklediğinizi sandığınız ve erdemli olduğuna inandığınız her insanın satın alınacak bir zaafı olduğu düşüncesini öğretir.

İlk çağ filozofları boşuna ahlak konusunu düşünce sisteminin en başına oturtmamış. Platon bunu somutlaştırıp da, ahlak tüm toplumda çürümüşse, ahlaksızlık yönetime egemen olmuşsa, birkaç kişinin ahlaklı olması insanlığı kurtarmaz, demek zorunda kalmış. Platon’un sözünü ettiği “ahlak” elbette bizdeki uçkur karşılığı ahlak değil, daha da geniş anlamıyla, her alana yayılmış olan ahlakın diğer adı “etik”tir.

Nedir bizim siyasi ve sosyal hayatımızdaki aşılması güç hendekler? İnsanların yaptıkları her kabahat için, kendini düzeltme yolunu seçmek yerine buna bir kılıf uydurmaya kalkması? Bu savunma güdüsü öylesine abartılı hale gelir ki gün geçtikçe, bir sonraki kabahat daha büyük olduğu halde, bunun ilk kabahatla hiç ilintisi olmadığı insanlara inandırılmaya çalışılır.

İşte artık Mephisto yer yüzüne inmiştir ve önceki hatalarının üzerine yeni bir hata inşa etmeye çalışan insanların kulaklarına fısıldamaya başlamıştır.

Daha önce işlediği günahları affettirmek için kendini Mikail, İsrafil ve Cebrail’in hoşgörü bahçesine atan kişi, Mephisto’nun bir ıslığıyla koluna girip, yeni günahlara yelken açabilmektedir.

Bunu sıradan insanlar yaptığında, inananlar için hesap verecekleri yer Tanrı huzurudur.

Ama bunu Deniz Baykal gibi, Türk siyasi tarihinin son elli yılında her noktada olan bir politikacı yaptığında, Tanrı huzurundan çok daha önce insanlık önündeki hesaplaşma önem kazanır. Daha sonra vereceği hesaplar kendi ile Tanrı arasındadır belki, ama önce bu topluma hesap verme zorunluluğu vardır.

Hakkında çıkan “kaset” rezaletini onuruyla çözmek için çaba harcamak yerine partisinin başkanlığından istifa etmeyi seçen Deniz Baykal için ne değişti de şimdi partilerin de üzerinde bir makama aday olma hakkını kendinde gördü? Etik dışı nedenlerle parti başkanlığını bile artık kendisi için “olmaz” gören CHP eski genel başkanı, ne oldu da Türkiye Cumhuriyeti’nin en yüksek ikinci makamı olan Meclis Başkanlığı’na kendini layık görebildi? Parti başkanlığından kendisini uzaklaştıran ve kabul etmek zorunda kaldığı “günah” için, Mephisto’nun kulağına fısıldamasıyla mı vazgeçip, kendini Cebrail, İsrafil, Mikail düzeyine çıkarttı? Erdoğan’ın bir el şaklatmasıyla uçarak huzuruna çıkan Deniz Baykal’ın Meclis Başkanlığı pazarlığı, ardından da gelen adaylığı ahlak dışıdır. Bu kadar kolay mı geçmişi bir kalemde silip, olmamış gibi davranarak, çok daha üst makamlara kendini layık görebilmek? O zaman sormazlar mı adama, neden genel başkanlıktan istifa ettin? O zaman etik kurallar, ahlak daha farklıydı da, şimdi daha farklı mı yorumlanıyor?

Bir insanın tek başına içine girdiği “ahlak” tuneli, kendi vicdanını ilgilendirir. Bunun toplumun yaşamını etkileyecek hale gelmesi durumunda, sosyal ahlaksızlık kavşağına ulaşmışsınız demektir. Bu öyle çetrefilli, öylesine şaşırtıcı bir kavşaktır ki, tam ortasında trafik polisliği görevini Mephisto yapmaktadır. Size gülümseyerek yaklaşır, ehliyetinizi bile sormadan kendince doğru yolu gösterir. İşte o anda bireysel ahlak eksikliği topluma mal olmuş ahlaksızlık yoluna girmiştir. Bunun bedeli genellikle ve Faust’ta olduğu gibi o kişi tarafından ödenir, ama bu ahlak eksikliğini topluma kabul ettirmek için bulunduğu noktadan başka bir noktaya sıçramasını seyretmek, daha da büyük bir toplumsal ahlak sorunudur.

Bir insanın kendini musluk suyuyla temizleyip de, bunu “zemzem suyuyla yıkandım” yapaylığına çevirmesini belki birkaç hayranı anlayabilir, ama toplum kabul etmez.

Seçilir ya da seçilmez, konu bu değil zaten. Konu, o makama aday bile olmasının getirdiği utanç ve sıkıntıdır.

Öyle ki, Mephisto bile utanmıştır böylesi bir arsızlıktan.