Balmumu kanatlarla güneşe uçulmaz

Duydunuz, Ebru Gündeş’in talebiyle, yolsuzluk gibi yüz kızartıcı suçla hapiste bulunan kocası Reza Zarrab ile ilgili eleştiri yasağı getirildi.

Kanallarımız bangır bangır Reza Zerrab’a “işadamı”, Ebru Gündeş’e de “sanatçı” diyor. Onlara da ödül vermek gerek bu hesapça.

İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesi, basına tebliğ göndererek bu iki “güzide” vatandaşımızı korumaya almayı uygun buldu. Daha çiçeği burnunda “internet yasası” Cumhurbaşkanı Gül’den onay alamadan, mahkemeler yasaklara başladılar bile.

Peki niye bu acele? Nedir Reza Zerrab gibi bir adamın yolsuzluğa bulaştığına ilişkin haberlere koruma getirilmesi? Bu adam henüz temize çıkmadığına, mahkemesi sürdüğüne ve tutuklu olduğuna göre, bu konuda eleştiri yapmaya yasak neden?

Bunları, olmayan hukukun hüküm sürdüğü kaos ile açıklamak mümkün değil. Sistemli bir saldırı karşısında, sırf bu saldırıyı bertaraf etmek için kişisel koruma kalkanlarını güneş ışığına tutup yansıtmasını beklemek yetmiyor. Güneşin ışıklarının kalkanlara çarparak “hırsızların”, “aymazların” gözlerini kamaştıracağını beklemek, İkarus’un güneşten insaf beklemesi kadar akıl dışıdır.

Bütün bu kaostan çıkmanın tek yolu toplumcu bir kavrayış edinmekten geçiyor. Artık öcü olmaktan çıkmış sosyalist kavramların yeniden kullanıma sokulmasıyla bu sistemin temel taşları kavranabilir ve ortaya çıkarılabilir. Mevcut yaşamınızı yok etmeye yönelik düşmanca hareketler karşısında aynı silahlarla mücadele etmeye kalktığınız anda yenilginin ortasına varmışsınız demektir. Yapılacak ufak başkaldırılar ise, kaybedilen hakları, özgürlüklerin yarısını yeniden kazanıyormuş gibi görünmek olacaktır, ki yıkımın başlangıcı da zaten budur.

O halde?

Dünyaya bakışın değişmesi gerektiği günlerden geçiyoruz. Vahşi bir kapitalist saldırı her zaman olduğu gibi yanına muhafazakarlığı da alarak aydınlık beyinleri yok etme girişimini uzun süredir yürütüyor. Bunu savuşturmak ancak sistemli ve örgütlü bir mücadele ile mümkün. Artık dünyanın gelişiminde “demir yumruk” halinde uzun süre tehdidini sürdüren işçi sınıfı, bu özelliğini yitirdi. Artık işçi sınıfının yerini neredeyse tamamen emekçi sınıf aldı. Bu da örgütlenmenin güçlüğünü beraberinde getirdi, zira sendikalaşma zayıfladı, mücadele tek bayrak altına toplanamaz oldu, kitleler siyasi olarak yönlendirilemedi.

Mevcut sistem bu ülkenin sanatçı ve aydınlarına öyle sert ve hoyratça saldırmaya başladı ki bundan kurtulmanın yolunu bireysel olarak göğüslemeye kalkışanlar, sistemin oyununa düştüler. Sanatçı ve aydınlar bir tek eserinde, konuşmasında, yaratısında tüm olayları çözümleme yoluna girişti ki, bu imkansızı başarma yoluydu, çuvalladı.

Sistem hemen kendi savunmasını geliştirdi, kendine yakın burjuva aydınlar vasıtasıyla, toplumcu sanatçıların eserlerinde değinmediği noktaların altını çizerek, “gördünüz mü, işte bunlar bu kadar mücadele edebilirler,” algısını yarattı.

Mihail Şolohov, Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldıktan sonra yaptığı bir konuşmada şunu söylemişti: “İnsanlık, ağırlıkları yokmuş gibi, yerçekiminden kurtulmuş uzay adamları gibi boşlukta yüzen ve birbirinden kopuk bireyler yığınından oluşmaz. Biz yeryüzünde yaşıyoruz ve dünyadaki doğal yasalara, kutsal kitapların dediği gibi dünyanın sonuna kadar yeterli olan endişelere, gereksinmelere, daha iyi bir gelecek umuduna bağlıyız. Dünya nüfusunun büyük yığınları kendilerini bölmekten çok birleştiren aynı istekleri duyuyorlar, aynı çıkarlar adına yaşıyorlar.”

Daha ne söylenebilir ki? Unuttuğumuz şeyler bunlar ve hatırlamak zorundayız.