1996 yılında Siyah Beyaz gazetesinde çalışırken, birden aklıma çok daha önceleri seyrettiğim Komiser Colombo dizisinden bir bölüm geldi. Çok etkilenmiştim. Ama zaten bütün dünyanın da bildiği bir konuydu. Film, bilinçaltı kurgulama denen bir yöntemle işlenen cinayeti anlatıyordu. Bir anlamda dünyada ve Türkiye'de 25. kare adıyla bilinen yöntemle bilinçaltına bazı imgeleri, bilgileri, alışkanlıkları, istekleri yerleştirme tekniği...
O sıralarda internet çok sınırlıydı ve herkeste ve her yerde yoktu. Yine de gazetenin internetinden zar zor da olsa girdim ve yöntemi araştırdım. Karşıma “Subliminal Entertainmen” diye İngilizce birkaç metin çıktı. Onlardan derleyerek bir yazı yazdım. İlgi görmedi.
Aradan yıllar geçti, Odatv’de bir seçim arifesinde yine bir yazı yazdım. Ne kadar ilgi gördü bilmiyorum yazı, ama seçim hileleriyle ilgilendiğini söyleyen muhalefet partilerinin hiç ilgilenmediği belliydi.
Olay aslında çok karmaşık değil. Etkisinin çapı da hala tartışılıyor. Etkilediği kesin, ama ne kadar olduğu tam olarak bilinmiyor.
Sistem de aslında basit. Dünyanın ileri ülkelerinde yasaklanmış durumda, ama denetlenmeyen ülkelerde, hele de denetim bazı erklerin elindeyse kötü amaçla da kullanılabilecek bir yöntem.
Bilindiği gibi bir sinema filminde bir saniyede 24 kare geçer. Bu sayı televizyonda 25’tir. Verilmek istenen mesaj sinemada veya televizyonda saniyede geçen karelerin içine 25. kare olarak (sinema filmlerinde, adını da oradan almıştır zaten) bir nesne, surat, simge, ikon vb. konur. Bunu göz asla görmez, ama beyin algılar.
Şöyle daha rahat anlatılabilir: Bir sinema veya televizyon filminde saniyede geçen 24 veya 25 karenin içine sempatik bir Tayyip Erdoğan resmi koymanız halinde, gözünüz görmeyecek ama beyniniz sempatik bir Erdoğan algılayacaktır.
İçki, sigara, deterjan vb. gibi reklam figürleri de konup, akılda kalması sağlanabilir. Bu tür reklam veya bilinçaltı kurgulama yöntemi haksız rekabeti getirdiği gibi, kötü amaçlı olarak da kullanılabileceğinden dünyanın gelişmiş ülkelerinde yasaklanmış veya denetime tabi tutulmuş.
Bu konuda internette 25. Kare başlığı altında bir makale var. Makale bir yerlerden alıntı yapılmış, o da belirtiliyor. Söz konusu makalede sinema filmlerine eklenen karelerden örnekler de veriliyor. Bunlardan biri de Brad Pitt’in başrolü oynadığı Dövüş Klübü (The Fight Club). 24 kare arasına sıkıştırılmış bir karede, yani 25. karede Brad Pitt’in sigara içen bir resmi görülüyor. Makale buna benzer örneklerin çokluğundan söz ederek, “çocuk pornosunun reklamının bile yapıldığını” belirtiyor. Ek olarak bunun sadece sinema filmlerinde değil, işitsel ortamlarda da gerçekleştirildiğini iddia ediyor. Kulağın duyacağı ses aralığının altında veya üstünde yerleştirilen başka sesleri kulak duymuyor, ama beyin algılıyor. Bu yolla istenilen mesaj insanlara ulaştırılıyor.
Sinemada 24, televizyonda 25 karede bir eklenen, örneğin AKP logosu, gözün 1 saniyede takip ettiği düşünülürse, 1/24 veya 1/25 saniye içinde geçip gidiyor. Bu durumda gözün bu görüntüyü algılama şansı yok, ama AKP logosu beyinlere kazınmış oluyor. AKP’den veya başka herhangi bir partiden nefret dahi etseniz, bu yolla o partiye veya kişiye karşı bir sempati beslemeniz mümkün. Hatta oy tercihinizi bile etkileyebilecek kadar iyi kurgulanmış bir logoyla insanları etkilemek fazlasıyla mümkün.
Bu bir seçim hilesi olarak kullanılabilir. Şu andaki iktidarın elindeki televizyon ve iletişim araçları kaynağını düşünürsek eğer, bu yöntemin kullanılması halinde müthiş bir sempati toplaması işten bile değildir. Bunu yapıyorlar mı, bilemiyoruz, ama yapmadıklarına ilişkin hiçbir kanıt veya denetim yok.
Uzmanlar, bu yolla bilinçaltına gönderilen imgelerin, gerçek olarak sunulan imgelerden çok daha etkili olduğunu savunuyorlar. Doğrudan göze hitap eden ve göz tarafından bilinçli olarak algılanan siyasi logo veya benzer argümanlar, bazı durumlarda itici olabiliyor, hatta bıkkınlık verip insanların tercihlerini ile etkileyebiliyor. Oysa bilinçaltına doğrudan gönderilen ve gözün fark etmediği, dolayısıyla da yargılayamadığı imgeler, tercihlerde ve bakış açılarında çok büyük etki yaratabiliyor. Nefret edeceğiniz veya seveceğiniz bir imge görmüyorsunuz çünkü. Beyniniz onu algılıyor ve bir yerlere depoluyor. Reklam alışkanlığı gibi, bir süre sonra siz bile farkında olmadan, tuhaf bir şekilde bilinçdışına çıkıyor ve yine farkında olmadan sizi etkiliyor.
Sistemin 1900’lü yılların başından beri kullanıldığını da aynı makaleden öğrendim. Ben çok daha sonraları bu yöntemin keşfedildiğini sanıyordum. Ancak doruk noktasına 1950’li yıllarda çıkmış. James Vicary adlı bir reklamcı, sinema salonlarında yaptığı deney sonucu patlamış mısır ve kola satışlarının arttığını öne sürmüş. Gerçekten de “mısır ye, kola iç” imgeleriyle mısır satışlarında yüzde atmışa, kola satışlarında da yüzde yirmiye yakın bir artış saptanmış.
Tehlikenin büyüklüğünün farkında mısınız? İyi niyetle kullanıldığında müthiş bir eğitim ve öğretim aracı, ama ne yazık ki kötü kullanım da söz konusu ve genelde de kötü amaçlı kullanılmış bugüne kadar.
Merakım şu ki, acaba Türkiye’deki havuz medyası ve resmi televizyon kanallarımız bu yöntemi kullanıyor mu?
Bunu kanıtlamak şu aşamada imkansız. Daha sonraları kanıtlanabilir, zira bütün filmlerin ve televiyon programlarının şu veya bu şekilde kopyaları var. Artık orijinalinden silinse bile, kopyalarında 25 veya 26. kareleri bulmak mümkün.
Neyi mi değiştirir? Bu saatten sonra elbette hiçbir şeyi.