Emperyalizm aşamasında liyakatin önem taşıdığı alanlar daralmış, onun yerini biat almıştır: liyakat yerine biat. Kafiye de yerindedir üstelik!

Partiler ve kapitalist sınıf

Yaşadıklarımdan, tanık olduklarımdan, okuyup yazdıklarımdan çıkardığım bazı genellemeleri yazmaya çalışacağım. Hiç değilse birkaçının tartışılmaya değer olduğunu sanıyorum.

Sermaye sınıfının kendi içinden bireylerle ve doğrudan doğruya kendisinin kurup geliştirdiği partilerle siyaset sahnesinde görünmesi, bu sınıfın pek fazla başvurmadığı bir yoldur. Önde gelen kapitalistlerin başında bulunduğu partilerin tek başlarına ya da aynı biçimde kurulmuş yahut başka sınıflardan politikacıların egemenliğindeki partilerle birlikte, demokrasinin gereği sayılagelmiş seçim yarışlarına girme, hükümet pazarlıkları yapma türünden işlerle uğraşmaları sık sık karşılaşılan durumlar değildir. Ara sıra karşılaşılmaz değildir; ama onlar daha çok kendi yanlarında saf tutmalarını sağladıkları ve zamanlarının tümünü ya da çoğunu bu işe ayıran politikacılar eliyle bütün bir ülke yönetimini gerçekleştirirler. Burada gerçekleştirme sözcüğü, ülke yönetimin doğrudan ve dolaylı yollarla   denetlenmesi, yönlendirilmesi, belirli ilke ve önceliklerin gözetilmesi anlamındadır.

Ülkeyi yöneten politikacıların zaman içinde kapitalist sınıfın üyeleri arasına girmeleri, bu saptamayı geçersizleştiren bir durum sayılmaz. Onlar kapitalistlere hizmet ederek  kapitalistleşenlerdir. Bunun için bizim halkımızın güzel bir deyişi vardır: Bal tutan parmağını yalar, derler. Bu deyimin sadece geç kapitalistleşmiş olanlarda, dolayısıyla daha önce o yola girip su başlarını tutmuş ve kurallarla kurumları yerleştirmiş olanlara göre “yolsuzlukların” çok daha fazla karşılaşıldığı ülkeler için geçerli olduğunu düşünmek yanlıştır. Bu yanlışı kapitalizmden başka dünya bilmeyen ya da istemeyenlerin sıkça yaptıklarını görüyoruz. Aslında kapitalizmi eleştirir görünmekle birlikte onun en hasını arayan iyi niyetlilerdir bunlar ve cehenneme giden yolun iyi niyet taşlarıyla döşendiğini ya bilmezler ya unuturlar. Oysa, kimi zaman eski deyişleri kullanmanın da bir tadı olduğunu düşünerek söyleyebiliriz, yolsuzluk kapitalizmde mündemiçtir; onda içerilmiştir, ondan ayrı düşünülemez.

Öte yandan, kapitalist sınıf genellikle tek ata oynamaz. Biraz sonu belirsiz kumar havası verdiği için  ülkeyi bütünüyle yönetme işinin yanlış anlaşılmasına yol açabilecek bir anlatım bu. Yine de doğrudan işin içine girmeden yönetmeyi anlatmak bakımından elverişli görünüyor. Bizim ülkemizde bu tek ata oynamaktan kaçınma alışkanlığının Türkiye kapitalizminin ilk imparatorluğunun kurucusunda görüldüğü söylenir. Söylenir diyorum; çünkü, şu anda yazılı bir kaynak gösterebilecek durumda değilim. Doğruluğuna güvenmekte sakınca bulunmayan bir söylentidir, diyelim. Bununla birlikte, kurucu babanın, yahut artık torunlar da iş başında olduklarına göre, kurucu dedenin diyebiliriz, CHP’li bilinmekle ya da öyle düşünülmekle birlikte o partinin “rakibi” konumundaki partiye de adamını yerleştirmek gibi bir alışkanlığının olduğu hep söylenmiştir. CHP’nin yeni yönetiminin “normalleşme” açılımı, neden eski kapitalistlerimizdeki bu alışkanlığın hatırlatılıp kolaylaştırılması yönünde bir adım olmasın?

Partilerle bağlantı kurma konusunun birden çok partiyle ilgili olarak düşünülüp hayata geçirilmesi, kapitalistler açısından, hem bireysel ve sınıfsal çıkarların korunup geliştirilmesini hem de bir bütün olarak düzenin denetlenmesini kolaylaştırıcı etkilere yol açabildiği için önemlidir.

Aynı kolaylığın bir benzerini, ilkinin doğal uzantısı olarak, partiler düzeyinde değil partilerden bağımsız olarak ortaya atılıp toplumda yaygınlaşması desteklenen yaklaşımlar, ekonomik ve siyasal programlar bakımından da görmek mümkündür. Buralarda önemli olan, öncekilerde olduğu gibi, yapılabiliyorsa abartılmış bir farklılık görüntüsü içinde sağlanan benzerliklerdir. Böylelikle, aslında kapitalizmin dışına çıkmayan, ama baş döndürücü zenginlikte bir farklılıklar yanılsaması yaratılmış olur. Bunun inandırıcılığını sağladığı varsayılan ise sınıflardan bağımsız olduğunun vurgulanmasına özen gösterilen bir tür tarafsız yargıcılar kurulunun imzasını taşımasıdır. Bilim, akademi, üniversite ve benzeri adlarla anılırlar. Hiç toplanmasalar da sürekli toplantı halindedirler. Bunların varlığı, kuşkusuz başka işlevlerinin yanı sıra, bu inandırıcılık için önemlidir. İnandırıcılık sık sık kaba gücün yardımını gerektirse de, öyledir, önemlidir.

Kapitalist sınıfın ve genellikle tek tek onun ortalama sınıfdaşlarına oranla gelişkin bireylerinin siyaset sahnesini uzaktan yönetip yönlendirme tercihlerindeki oyuncu seçimleri de benzer bir çeşitlilik eğilimi gösterir. Buna nicelik açısından bir yeterlilik sınırı koyma, nitelik açısından ise farklılık görüntüsünü yeterince sağlamanın yanı sıra kapitalist düzene bağlılığın ve üstlenilecek role uygunluğun sınanıp izlenmesine yarayacak düzeneklerin geliştirilmesi kaygıları eşlik eder. Bu kaygıların karşılanması genellikle yaşamsal önemdedir. Ancak, kapitalist düzenin süresi ve şiddeti bakımından olağandışı bunalım koşullarına girmesi, bu öneme uygun düşmeyen esnemeleri gündeme getirebilir.

Şu son cümle, bana yirmi küsur yıl önce bir soL Meclis toplantısında yaptığım konuşmayı hatırlatıyor. Orada ülkemizde kapitalist sınıfın artık kabullenmek zorunda kaldığı bir siyasi kadro yoksulluğu içinde bulunduğunu belirttikten sonra bu sınıfın yaklaşık son yarım yüzyılda yetiştirebildiği önemli politikacı sayısının ikiyi geçmediğini ileri sürerek şöyle demiştim: “(…) verdikleri son görüntüler bakımından bunların biri pek çaresiz kadro yenileme arayışları sırasında kendi kalelerine attıkları golle saf dışı bırakılmasıyla, öbürü ise biyolojik ömrünün sonlarında, belki de insanlık dışı nitelemesini hak edecek zorlamalarla ayakta tutulurken sergilediği doğal, ama acınası zaaflarla belleklerde kalacaktır.”

Bu tahminin ya da öngörünün bir ölçüde olsun doğrulandığı kanısındayım. O siyaset adamları artık yoklar ve yukarıdaki cümlede belirtilenden çok farklı olmayan bir sonla karşılaştılar. Ondan hemen sonraki cümlemin ise daha açık bir doğrulanışına tanıklık ettiğimizi sanıyorum: “Son birkaç onyılda yaşananlar, ‘siyaset boşluk kaldırmaz’ deyişindeki boşluk kavramının pek göreceli olduğunu göstermiştir. Burjuva diktatörlüğünün, aynı anlama gelmek üzere, burjuva demokrasisinin sanıldığı kadar geniş olmayan imkânları çerçevesinde boşluk doldurulmakta ve yine de varlığını sürdürmektedir.”1

Kapitalist sınıf açısından siyaset sahnesindeki oyuncuların yetişkinliği eski önemini yitirmiş  görünüyor, demek istiyorum. Muhalefet etme iddiasındakilerin her kilidi açacak bir anahtara dönüştürdükleri “liyakat”, kapitalizmin rekabetçi döneminin ilkesidir. Emperyalizm aşamasında liyakatin önem taşıdığı alanlar daralmış, onun yerini biat almıştır: liyakat yerine biat. Kafiye de yerindedir üstelik!

  • 1. Buradaki alıntılar için bkz. Türkiye için Sosyalist Seçenek, 21 Nisan 2002, İstanbul, toplantı tutanakları, Nazım Kültürevi Kitaplığı, s.115-16.