Türkiye’de milyonlar bu akşam ne yiyeceğiz, kredi kartı borcumuzu nasıl ödeyeceğiz diye düşünmeye devam edecekler. O halde neden Fransa’daki seçimler?

Fransa’da seçim telaşı

Ben kendi adıma kuzeyimizdeki savaşa bir süre ara verip Fransa’daki seçimler hakkında yazıp çizmek niyetindeyim. Konunun geniş kitleleri ilgilendirmediği malum. Bunu olağan karşılamak gerek. Ne de olsa Fransa’daki seçimler bizim çarşı pazarı Rusya-Ukrayna savaşının etkilediği kadar derinden ve olumsuz etkileme potansiyeline sahip değil kısa vadede. Sonuç ne olursa olsun Türkiye’de milyonlar bu akşam ne yiyeceğiz, kredi kartı borcumuzu nasıl ödeyeceğiz diye düşünmeye devam edecekler.

O halde neden Fransa’daki seçimler? İtiraf etmeliyim ki 10 yaşından beri dilini, kültürünü öğrendiğim, öğrenci olarak da, diplomat olarak da yaşadığım bir ülke olmasının bunda  payı var. Bir yandan da II. Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan yeni düzenin önemli bir parçası, BM Güvenlik Konseyi’nin beş daimi üyesinden biri ve nükleer güç sahibi ülke olması da uluslararası ilişkiler üzerinde kalem oynatanların takibini zorunlu kılan unsurlar. Keza kendisini komünist, sosyalist, ilerici, solcu olarak tanımlayanlar için de derin anlamlar taşıması gereken Büyük Devrim’in ve Komün Direnişinin ülkesi. Özgürlük, Eşit ve Kardeşlik sloganını, İnsan Hakları Bildirgesini insanlığa kazandıran ülke. Saymadan geçmeyelim, siyasi iktidar ve toplumsal yaşam üzerindeki din sultasını da ilk parçalayan ve dünyaya Laiklik ilkesini armağan eden uygarlık. Laiklik kavramından ürken, “seküler, sekülerlik” diye suret-i haktan kavramların arkasına sığınan çekingen liberallere inat büyük harflerle amasız, fakatsız, tartışmasız üç hece: LA-İK-LİK.

Fransa’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu 10 Nisan’da yapılacak. Gerekirse -ki ilk turda hiçbir adayın yüzde 50’yi aşması mümkün olmadığı için gerekecek- ikinci tur iki hafta sonra. İkinci tura ilk turda en yüksek oyu alan iki aday katılabilecek. Fransa’da yarı-başkanlık diye nitelenen bir sistem var. Cumhurbaşkanı’nın yetkileri geniş ama Ulusal Meclis ve Senato’dan oluşan parlamento da tümüyle işlevsiz değil. Zira Hükümet Ulusal Meclis’ten güvenoyu almak zorunda. Bu yüzden kazanacak adayın partisinin Haziran ayında yapılacak Ulusal Meclis seçimlerinde de çoğunluğu elde etmesi önemli. Bunun olmadığı durumlarda “cohabitation” denilen senaryo devreye giriyor. Örnekleri var. Cumhurbaşkanı ve Hükümet ayrı siyasi mensubiyete sahip olduğunda işler yine de yürüyor ama biraz daha zor yürüyor.

Fransa’da yaklaşan seçimlere değindiğim son yazıyı geçen yıl Aralık ayında kaleme almıştım. O yazıda Macron’un işinin zorlaşmakta olduğunu, zira ülkedeki en önemli merkez sağ partinin (Les Républicains-LR) önseçimle belirlediği aday olan Valérie Pécresse’in Macron’un Fransız büyük sermayesi bakımından vazgeçilmez olma niteliğini sarsabileceğini yazmıştım. Fena halde yanılmışım. Yanılmamın sebebi, tıpkı Türkiye’de “muhafazakarlık/gericilik” arsasına her siyasi partinin ev yapmaya kalkışması gibi, Pécresse ve partisinin de Macron’a karşı merkez sağda konumlanmak yerine modaya uyup aşırı sağ söylemlerle yol almaya çalışmasıydı. Piyasada Le Pen ve Zemmour gibi iki su katılmamış faşist olunca Pécresse’in aşırı sağcılık taklidi de pek işe yaramadı. Aday gösterildiği ilk günlerde kamuoyu yoklamalarında Macron’un ardından ikinci sıraya yerleşen Pécresse zaman içinde geriledi ve ikinci tur şansını eni konu zora soktu.

Fransa’da “sol”un sefaleti ise başka bir hikâye. Dram zaten tırnak işaretlerini kullanma mecburiyetinden başlıyor. Haydi şimdilik bir kenara bırakalım o tırnakları, solun en güçlü adayı “Boyun Eğmeyen Fransa-LFI”nın lideri Jean-Luc Mélenchon. Son aylarda yarattığı rüzgarla yüzde 15-16 seviyelerini yakaladı. Birkaç büyük kente sıkışmış çöp ayrıştırmacı Yeşiller, ölüm fermanları boyunlarına asılı dolaşan Sosyalistler (PS) ve bir zamanlar Avrupa’nın en güçlü iki Komünist oluşumundan biriyken düzene yanladıkça eriyen Komünist Parti’nin adaylarının oy oranları yüzde 2 ile 5 arasında değişiyor. Bu adayların seçim bağlamındaki en önemli işlevleri Mélenchon’un yüzde 20’yi aşarak ikinci tura kalmasını engellemekten ibaret kalacak gibi görünüyor.

Diğer taraftan kampanyaya çok erken başlayan faşist ekran soytarısı Zemmour’un da ikinci tur şansı tükenmiş gibi. Bir ara yüzde 20’ye kadar çıkan desteği şimdi yüzde 10 civarında. Onun işlevinin de Le Pen’in oylarını bölmek ve ilk turda Macron’la başa baş sayılacak bir oy oranı elde etmesini önlemek olduğunu söyleyebiliriz. Zemmour’un gerilemesinin temel nedenlerinden biri “Rusya yanlısı” olarak bilinmesi bana göre. Batı’da Rus fobisinin arşa çıktığı bir dönemde pek de arzu edilecek bir özellik değil bu.

Seçimlere bir hafta kala Macron Aralık ayındakinden de rahat bir konumda şimdi. İlk tur oyu yüzde 27-30 aralığında görünüyor. 2017 yılındaki ilk turda %24 oy aldığını anımsarsak çok iyi bir oran. Rakibi tıpkı beş yıl önce olduğu gibi aşırı sağcı Ulusal Cephe lideri Marine Le Pen. Le Pen’in oy seviyesi %18-20 arasında değişiyor anketlerde. 

Macron, Ukrayna krizinden de faydalandı elbette. Başından itibaren savaşın çıkmaması, sonra da sona erdirilmesi için gösterdiği çaba hem Rusya’da çıkarları bulunan Fransız sermayesi hem de savaşın yarattığı geçim zorluğundan bunalan Fransız halkı tarafından benimsenmiş görünüyor.

İkinci tura ilişkin anketler Macron’un Le Pen’e karşı asgari 10-12 puanlık bir farkla kazanacağını ve görevine beş yıl daha devam edeceğini öngörüyor. Bu sonucun Haziran ayındaki Ulusal Meclis seçimlerine yansıması da beklenebilir. Başka bir deyişle, dar bölge sistemiyle yapılacak seçimlerde Macron Ulusal Meclis’te kendisine yetecek bir ağırlık elde edecektir.

Seçimlerle ilgili son ama önemli bir not daha var. Sistemden umudunu kesen gençlerin sandık başına gitmemeleri ve bu yüzden katılım oranlarının giderek düşmesi. Bu seçimlerde de katılımın yüzde 50-55 seviyesinde kalması sürpriz olmayacaktır. 

Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Fransa’da da gençler ve emekçiler kapitalizmin sunduğu seçeneklerin esasen seçenek filan olmadıklarının farkındalar. Savaş ve felaketle büyüyen kapitalizmin, yine savaş ve çevresel bir felaketle yıkılmakta olduğunun da. 

Düzenler yıkılır. Mesele yıkılanın altında kalmamak, yeni bir soluk, yeni bir umut yaratacak yol ve yöntemler yaratmaktır.  O yol ve yöntemler Komün direnişini de haber veren Manifesto satırlarında apaçık durmaktadır.