Okullarda salt bize değil başka ülkelerin çocuklarına da belletilen Avrupa’nın bir kıta olduğudur. Bence değildir.

Avrupa derken?

Avrupa’da hareketli bir dönem yaşıyoruz. Almanya’da yeni hükümet, Fransa’da seçim yarışı, Ukrayna ve Rusya arasındaki gerginlik, Belarus-Polonya sınırında yaşananlar vs.. İyi de neresi bu Avrupa? Neden bu kadar önemli? 

Türkiye’de yaşayanların konuşmaya başladıktan sonraki ilk birkaç yıl içinde öğrendiği sözcüklerdendir Avrupa. Kimi zaman bir ürünü tanımlar, kimi zaman bir yakının yaşadığı veya seyahate gittiği yeri. Türkiye’nin Avrupa’dan kaçışı yoktur. Avrupa’nın da Türkiye’den.

Okullarda salt bize değil başka ülkelerin çocuklarına da belletilen Avrupa’nın bir kıta olduğudur. Bence değildir. Olimpiyat halkalarında ayrı bir çemberi bulunması politik bir olgudur, coğrafi değil. Sınırları, başka bir deyişle nerede başlayıp nerede bittiği belirsizdir. İstanbul ve Çanakkale Boğazlarında mı, Uralların eteğinde mi, Hazar Denizi’nde mi, Tiyenşan dağlarında mı? Demem o ki, bir kıta olarak varlığından ve fizik büyüklüğünden başlayarak her yönüyle kafa karıştırıcıdır Avrupa. Hayrın da şerrin de kaynağı olabileceği gibi, kurtuluşun da işgalin de faili olabilir.

Bizim ilgilendiğimiz siyasi bir olgu kimliğiyle Avrupa. O bile net değil aslında. Üç tane uluslararası siyasi örgüt var ismini Avrupa’dan alan. Biri Avrupa Birliği (AB), diğeri Avrupa Konseyi (AK), üçüncüsü ise kamuoyları nezdinde az bilinen biraz da üvey evlat muamelesi gören Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı, kısa adıyla AGİT. 

Sokaktaki herhangi bir Alman veya Fransız’a sorarsan Avrupa AB’dir. 27 üyeli ve bölgesel bir işbirliği örgütünün ötesine geçen, kimi alanlarda üye ülkelerin yetki devrettiği, teknik deyimiyle uluslarüstü olma çabasındaki bir teşkilattan söz ediyoruz. 

AK ise özellikle İnsan Hakları alanında faaliyet gösteren 47 üyeli bir örgüttür ve buna rağmen bütün Avrupa ülkelerini içermez. Bakın 27’den 47’ye çıktık ama yine de dışarıda kalanlar oldu. 

AGİT, adından da anlaşılacağı üzere, güvenlik odaklı ve çok daha geniş bir coğrafyayı içeren 57 üyeli bir teşkilattır. ABD, Kanada, Tacikistan ve Türkmenistan gibi ülkeler de bu teşkilatın üyesidir. Somut örnek vermek gerekir ise Ukrayna ile Rusya arasındaki gerginliğe birinci derece müdahil olan yapı AGİT’dir. Bu örgütün üyelerini coğrafi yayılımı Avrupa’nın aslında coğrafi değil, politik bir kavram olduğunu anlamamızı kolaylaştırmalıdır.

Yukarıda yapmaya çalıştığım ansiklopedik özet aslında “Avrupa”nın kavram olarak gerçekten kafa karıştırıcı olduğunu, bu bağlamda örgütleri birbirine karıştırmanın büyük bir hata sayılmayacağını ortaya koymak içindi. Asrın veya binyılın lideri olabilirsiniz ama Avrupa Birliği ile Avrupa Konseyi’ni aynı şey sanabilirsiniz. Bu ülkede “amiral gemisi” filan diye nitelendirilenler başta olmak üzere birçok medya kuruluşu da aynı hatayı yıllardır yapıyor zaten. Buralara takılmayalım. Esasen 15. yüzyılda altın oturakta demlenirken halka yoksulluğun erdemini anlatan Vatikan’ın oyun planını 6 asır gecikmeyle uygulamaya çalışan AKP genel başkanının seslendiğini düşündüğü  -giderek daralan- kitle bakımından bunun pek bir önemi de yok. 

Şimdi biraz da Avrupa dediğimiz siyasi olgunun AB kanadındaki gelişmelere bakalım. Bu kanadın iki ana eksenini oluşturan Almanya ve Fransa’ya. Almanya dünyanın dördüncü, Fransa altıncı büyük ekonomileri. Bu ikilinin yön verdikleri AB’nin ekonomik büyüklüğü ise Çin’i dahi geride bırakıyor. Dünyanın ikinci büyük ekonomisinden söz ediyoruz.

Almanya ve Fransa’daki siyasi değişiklikler bu bakımdan önemli. Merkel’in siyaset sahnesini terk etmesinin ardından yeni bir koalisyon kuruldu Almanya’da. Sosyal Demokratlar (SPD), Yeşiller ve Liberaller (LPD). Hatta Cem Özdemir de Tarım Bakanı oldu, bisiklete bindi. Hayırlı olsun vatanına, milletine! Bizi ilgilendiren güçlü Merkel liderliğindeki Almanya’nın yeni dönemde nasıl bir dış politik çizgi tutturacağı. Başbakan Olaf Scholz, AB’nin genel yönelimi, Fransa-Almanya ortaklığı, NATO, keza Türkiye ve Rusya’ya yaklaşım  konusunda selefinden farklı bir görüntü verir mi diye merak edenler var. Yanıtlamaya çalışalım.

Scholz SPD’nin sağ kanadında konumlanan bir siyasetçi. Merkel’in Hristiyan Demokrat Parti’deki “liberal” konumunu anımsarsak, iki siyasetçinin birçok bakımdan aynı çizgide olduğunu görebiliriz. Özetle söylersek Scholz siyaseten Merkel kadar sağcı veya “solcu”. 

Scholz’un Merkel’e göre görünür handikapı üç parçalı bir koalisyonun başında olması. Yine de yukarıda saydığım konu başlıklarında yeni hükümet içinde Scholz’un manevra alanını daraltacak anlaşmazlıklar yaşanacağını sanmıyorum. 

Göreve başlar başlamaz soluğu Paris’te alıp Macron’la bir araya gelen Scholz, Merkel’in AB ve Fransa ile yakın işbirliği konusundaki siyasetini değiştirmeyeceği işaretini verdi bile. NATO konusunda da benzer bir yaklaşım bekleyebiliriz. Almanya sermayesi açısından NATO’ya alternatif bir Avrupa Savunma Mimarisi düşünülemez. NATO’yu tamamlayıcı nitelikte adımlar ise tolere edilebilir ve desteklenebilir. Rusya’ya yaklaşım konusunda SPD’den eskisine kıyasla farklı bir tutum beklemek de yanlış. Unutmayalım ki, SPD Rusya’nın dev enerji şirketlerine üst düzey kadro sağlamaktan geri durmayan bir parti. Çatışmadan ziyade “angajmandan” yana politika devam edecektir.

Türkiye konusunda ise Yeşiller’den bir miktar insan hakları soslu “mızmızlanma” bekleyebiliriz. Diplomaside bunun bir adı var: “paying lip service”. Türkçeye uyarlarsak “dostlar alışverişte görsün” diyebiliriz. Yoksa Almanya’nın, Türkiye’de, göçü dizginleme ve ucuz üretim üssü olma işlevini yerine getirecek bir iktidara esaslı bir karşı duruş sergilemeyeceğinden emin olabiliriz. Aynı şekilde Türkiye’deki olası bir iktidar değişikliğinin bu iki temel işlevi geçici bile olsa kesintiye uğratmayacak bir “yumuşaklıkta” gerçekleşmesi için Berlin elinden geleni yapacaktır. Bu arada Türkiye’deki bozuk düzenin devam etmesinin Almanya’ya, hekimlerde ve mühendisler bağlamında gördüğümüz gibi değerli bir beyin katkısı sağlamakta olduğunu da unutmayalım.

Fransa’ya geçelim. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ilk turu Nisan ayı sonunda yapılacak. İkinci tur da Mayıs başında. Macron yakın zamana kadar rahattı. Bankacı çocuğun öngördüğü ilk turdan 7-8 puanlık bir farkla yüzde otuzlara yakın bir oranla birinci çıkmak, ikinci turda karşı karşıya kalacağı aşırı sağcı aday karşısında da ezici, örnekse 65-35 veya 70-30 gibi bir zafer kazanmaktı. 

Bu planın üç ana ekseni vardı. Birinci sol kesimdeki dağınıklığın sürmesiydi. Zira Macron merkez soldan da oy alabilen bir lider. Bu cephede plan yürüdü. Troçkistler’den Ulusalcı Sol’a kadar irili ufaklı her siyasi hareketin ayrı bir adayı var.  Bunlardan sadece benim ulusalcı sol diye etiketlediğim LFI’nin (Boyun eğmeyen Fransa) adayı Melenchon yüzde 10 seviyesini zorlayacak gibi görünüyor. O da ikinci tur için yeterli değil. Geri kalanlar yüzde 2 ile yüzde 7 arasında yüzüp geziyorlar.

İkinci ana eksen güçlenen aşırı sağı bölmekti. Bu da işe yaradı. Aşırı sağcı Marine Le Pen ile utanma duygularını “aşabilmiş” Fransızlara hitap eden Eric Zemmour anketlerde başa baş gidiyorlar. Her ikisinin de destek oranları yüzde 14-18 civarında. 

Planın son ekseninde ise sıkıntı var. Yakın zamana kadar kendini pek de toparlayamayacak gibi görünen, Sarkozy’den beri yolsuzlukla özdeşleşen geleneksel sağda bence beklenmedik bir gelişme yaşandı. Bu eğilimin ana temsilcisi LR (Cumhuriyetçiler) önseçim yaptı ve tamamı aşırı sağcı taklidi yapan adaylar arasından bu konuda en riyakâr olanı seçti. Hakaret olsun diye yazmadım. LR’nin adayı olarak belirlenen Pecresse adaylar arasındaki en “liberal” isim. Merkel ile Scholz arasında ideolojik konumlanma bakımından ne kadar fark varsa Macron ile Pecresse arasındaki fark da o kadar. Pecresse Fransa sermayesinin “güle oynaya” birlikte çalışabileceği bir isim. Üstelik de kadın olduğu için PR puanı da yüksek. Yarım akıllı “çevre ülke” liberallerinin Merkel’in on yıllardır mazhar olduğu “ay ne … kadın!” benzeri hayranlık çığlıklarından yararlanma olasılığı güçlü. İşte bu yüzden Macron’un planının üçüncü ekseni aksamış görünüyor. Fransız sermayesi bir bakıma Macron’a “ayağını denk al, alternatifsiz değilsin!” mesajını iletme olanağına kavuştu. Nitekim adaylığı belli olur olmaz Pecresse birçok ankette Macron’un ensesinde ikinci sıraya yerleşti.

Önümüzdeki beş aylık süre içinde adaylardan birinin başına “talihsiz” bir olay gelmez ise tablo bu. Bu klasik ihtiyatlı diplomat muğlaklığı değil. Geçmiş seçim dönemlerinde yaşananlar, iki dönem önce D.S.Kahn’ın, geçen dönem Fillon”un “başına gelenler” böyle bir rezerv koymayı zorunlu kılıyor.  

Bu tabloda, Macron Pecresse’le yarışacak, Le Pen Zemmour’la. Bu dörtlünün arasına başka bir ismin girme olasılığı düşük.  Sıralamayı şimdiden tahmin etmek falcıların faaliyet alanına girer ama şunu rahatlıkla iddia edebilirim: Önümüzdeki dönemde Fransa’nın Cumhurbaşkanı aralarında cinsel kimlikleri dışında hiçbir fark bulunmayan Macron veya Pecresse olacak, bu ikiliden birisi Olaf Scholz’la birlikte Avrupa Birliği’nin dizginlerini tutacak. Daha açık bir deyişle biz de dahil Avrupa ülkelerinin emekçi halkları bakımından o cephede değişen bir şey olmayacak.