İşçi sınıfı mutlak yoksullaşmaya karşı düzen içinde geçici de olsa kimi çözümler bulabilecek mi? Mevcut siyasi durum ve iktisadi veriler, belki de ilk kez bu soruya olumlu yanıt vermeyi zorlaştırıyor.

Ayaktayız

Çok şiddetli bir krizden geçiyoruz ve bu krize cumhuriyet tarihinin en ağır yoksullaşma dalgası eşlik ediyor. Üstelik tüm göstergeler bu dalganın henüz başında olduğumuz yönünde.

Benzer bir yoksullaşma dalgası 1983-89 döneminde yaşandı. 12 Eylül cuntasının 24 Ocak ekonomik kararlarını uygulamaya koymasıyla söz konusu dönemde reel ücretler hızla geriledi, işsizlik yükseldi, ücretlerin milli gelir içindeki payı azaldı. Sendikal hakların kısıtlanması ve toplu sözleşme kazanımlarının sınırlandırılması süreci daha da hızlandırdı. Hayat pahalılığı kontrolden çıktı. 80’lerin sonuna geldiğimizde işçiler için artık kemerde sıkılacak delik kalmamıştı.

İşçi sınıfının bu saldırıya yanıtı Bahar Eylemleri olmuştur. 1989’da kamuda başlayan eylemler yaygınlaştı, grevlerle devam etti, özel sektöre sıçradı ve nihayet ’91 büyük madenci yürüyüşüyle noktalandı. Bahar eylemleriyle işçiler reel ücretlerindeki gerilemeyi durdurmakla kalmayıp, ücretlerini önemli ölçüde yükselttiler.

Türkiye işçi sınıfı 89-91 arası dâhil geçmişteki pek çok krizde, sırtına yüklenen fatura nedeniyle yaşadığı gerilemeye ve özellikle de mutlak yoksullaşma riskine, kimi zaman sendikalarla, kimi zaman siyasi iktidarın yapmak zorunda kaldığı düzenlemelerle, düzen içi çözümler bulabildi.

Peki ya bugün? İşçi sınıfı mutlak yoksullaşmaya karşı düzen içinde geçici de olsa kimi çözümler bulabilecek mi? Mevcut siyasi durum ve iktisadi veriler, belki de ilk kez bu soruya olumlu yanıt vermeyi zorlaştırıyor.

Her şeyden önce AKP’nin krizden çıkış için uyguladığı program mutlak yoksullaşmayla gerçekleşebilecek. Ucuzlayan Türk lirasıyla turizm gelirlerini arttırmak, ihracatı patlatmak, kelepir hale gelen üretim araçlarıyla yatırımı teşvik etmek gibi hedeflerin ön koşulu reel ücretlerin gerilemeye devam etmesidir. Buna dayanılmaz boyutlara varan hayat pahalılığı ve durdurulamayan fiyat artışları ekleniyor. Bu program sadece sermaye sınıfının kârlılığının sürmesini önceliyor. Gerisiyle kimse ilgilenmiyor. Düzen muhalefeti dahil…

Aslında ilgilenemiyor da. Bakın AKP’nin aldığı tedbirlere. Asgari ücrete yapılan yüzde 50 zam daha işçilerin cebine girmeden uçtu gitti. Artan emekli aylıkları ve memurlara ek zam da zaten komik rakamlardı. Kısacası düzen, işçi sınıfına hava deliği bile açamıyor.

TÜİK’in enflasyon rakamı yüzde 50’ye dayandı. Zamlar ardı ardına geliyor. Artış sürecek. Bu şartlarda işçiler pek çok işyerinde zam taleplerini yüksek sesle gündeme getiriyor. Üstelik görünen o ki alınabilen görece yüksek ücret artışı bile birkaç ay içinde uçup gidiyor.

Emekçiler için mutlak yoksullaşma kalıcı kayıplar anlamına gelir. Eskisi gibi artık toprakla bağı güçlü olmayan, daha kentli bir işçi sınıfımız var. Örneğin geçmişe göre daha fazlasının aracı var ve her gün daha çok ödeyerek doldurduğu deponun kapağını bir süre sonra hiç açamayacak. Emekçilerin eskiden farklı olarak çok daha kolay borçlanabilme şansı var ve artık geçim bütçesinin borçlarla döndürülemeyeceği haciz günleri yaklaşıyor.

Tüm bunların sonuçlarının olmaması mümkün değil. İşte ardı ardına işyerlerinde patlayan ücret eylemleri, yüklü faturalara karşı ortaya çıkmaya başlayan halk tepkisi… Burada kalmayacaktır. Geçinemeyen işçiler yıl içinde ikinci zam talebini gündeme getirecek. Sendikalı olanlar toplu sözleşme revizyonlarının sözünü etmeye başlayacak. Faturalar kış aylarının dışında da can yakacak. Bu koşullarda güvencesiz, düzensiz çalışanların, işsizlerin, emeklilerin, hatta öğrencilerin de uğradığı yıkıma çeşitli ölçeklerde ses vermeleri mümkündür artık. Emekçi halkın üzerinde oturduğu minder tutuşuyor.

Sınıflar mücadelesinde kehanete yer yoktur. Büyük patlamalar önceden kestirilemez. Buna ancak hazır olursunuz. Devrimcilerin görevi hazır olmak ve hızlandırmaktır. Biz ayaktayız.