Yeni yıl o karanlıkta çalıyor kapımızı. Ama unutulmasın 1876, 1908, 1917 ve 1923 de böylesi bir karanlıkta doğmuştu. Karanlık varsa ışık da vardır, olur.
Açık söyleyelim; 2023’e 1923’ün bütün kazanımlarını kaybederek girdik. 1876’dan beri uğruna dövüşüp durduğumuz anayasa rafta, meclis bir figüranlar topluluğundan ibaret, laiklik sizlere ömür. Bu durumda bir cumhuriyetten de söz edemeyiz. Cumhuriyetsiz bir döneminden içindeyiz.
Laiklik yıkılınca vatanın her yerinden tarikatlar fışkırdı. 1826’da Osmanlı sarayının Yeniçeri güruhunun ideolojik önderi olan Bektaşiliğe karşı çözüm olarak bulup devlete sokuşturduğu Nakşibendi tarikatı devletin her hücresine sızdı. Çocuklara tecavüz bu gelişimin en dramatik sonucu. Bir kolu darbe yapmaya kalkıştı, öbür kolu koştu iktidara yapıştı. Birlikte, kol kola girerek, laik cumhuriyetten geriye kalan ne varsa siliyorlar. Cumhuriyetin kurduğu Diyanet’in memurları, kadınların yanında erkek olmadan 90 kilometreden fazla yol gidemeyeceğini vazediyor. Cumhuriyet düşünce kadınlar ve çocuklar da düşmüş sayıldı çünkü. Ülkenin dört bir yanından yükselen kadın ve çocuk çığlıkları yürek paralayıcı. Açık bir cumhuriyetsizliktir.
Abdülhamit’in ve ailesinin bakiyelerini derdest edip tarihin çöplüğüne atınca mülklerini de vatan yapmış, devrimimizi “saltanatın sonu” ilan etmiştik. Fakat bu cumhuriyetsizlikte âlâyı vâlâ ile geri döndü saltanat. Ortalık saraydan ve çakma sultanlardan geçilmiyor artık. Ne demişti Marx? Kral, “mülk benim” derken aslında mülk sahibinin kral olduğunu söylemektedir. Haliyle vatan da hızla yeniden mülke dönüştü, bir ailenin ve bir avuç asalağın elinde inim inim inliyor.
Hilafeti yıkmış, halifeyi işsiz bırakmıştık. Diyanet eliyle yeniden inşa ediliyor yıktığımız hilafet. Başındaki zat, halka kılıç gösteriyor, emrindekiler şeriat istiyor.
Eğitimi millileştirmiş, dini eğitimi kaldırmıştık. Eğitim yeniden dinselleşti, milli bir yanı kalmadı. Yargı da öyle, şerri hali kapımızı çaldı çalacak. Özetle 2023’e girerken 1923’ten hiçbir işaret yoktur.
***
Aslına bakılırsa 2023’e, 1908’in kazanımlarından da yoksun bir halde giriyoruz. Çok açık, sadece Cumhuriyetten değil Hürriyetten de arınmış bir haldeyiz. Anadan üryanız demek bu.
Hatırlayın, tarih 1908’e doğru ilerlerken ülke parçalanıyordu. Yeni bir dünya kuracağı düşünülen Osmanlı burjuvazisi kentlere yerleşmiş göçmen “ecnebiler” ve “gayrı müslimlerden” oluşuyordu. Onlar da bir an önce ayrılma taraftarıydı. Bu durumda iş başa düştü, Osmanlı aydını siyasete soyundu, ülke yönetmeye teşebbüs etti. Ama elde kalan eşraf, memur ve köylüden oluşan toplam onları amaçlarına ulaştırmak için yeterli değildi, öyle inanıyorlardı. Mecburen halka yönelecekler, o arada bir “milli iktisat” ve bir “milli burjuvazi” yaratacaklardı.
Amaçlarına ulaşıp ulaşamadıkları ayrı bir tartışma konusu. Ama halkçılığı, “Türkçülüğü” ve ulusu böyle keşfettiler. Halkın yaşam tarzını değiştirmek istiyorlardı, bir “yeni hayat” kuracaklardı. Bunun da yolu kadınlardan başlayarak eski zihniyeti ve eski yaşam tarzını yıkmaktan geçiyordu. Bugün görüyoruz, II. Meşrutiyet Cumhuriyet’in laboratuvarıdır. 1908’in hemen ertesinde Mülkiye’nin ders programı Fransız Devrim Tarihi ve Anaya Tarihi ağırlıklıydı artık. Aydınlar devrime yaslanmış anayasal bir düzen istiyorlardı.
Elimizde 1908’in yolunu açtığı bu yeni zihniyet ve yeni hayatla ilgili muhteşem iki çalışma var. Zafer Toprak’ın “Türkiye’de Popülizm 1908-1923” ve Türkiye’de Yeni Hayat 1908-1928” eserleridir bunlar. 1908 ile 1928 arasındaki o 20 yılda yeni bir düşünme biçimi, yeni bir hayat ve yeni bir ülke yaratmayı başardık. Yitirdiğimiz 1923’ün anlamı budur.
“Yeni Hayat”ta bunun nasıl ve hangi şartlarda başarıldığı şöyle anlatılıyor:
“İmparatorluğun çözüldüğü bu coğrafyada kendi iradesiyle yönünü çizen tek bölge ülkesi Türkiye oldu. Cihan Harbi’ni yitirmesine karşın Sevr’i tanımamış, direnmiş ve Millî Mücadele’yle yeni bir devlet kurmuştu. Ancak bağımlı ya da sömürge birçok ülkeye örnek olacak Türkiye, bağımsızlığı için yüksek bir bedel ödemişti. Ülke on yılı aşkın savaşlar sonucu beşerî sermayesini büyük ölçüde yitirmiş, Millî Mücadele sonunda bugünkü sınırlar dahilinde nüfusu 20 milyondan 12 milyona düşmüştü. Yeni ulus devlet yoksul bir ülke olarak yola çıkıyordu. Sağlık koşulları son derece kötüydü. Anadolu insanın yaşam umudu 30 yaşın altına düşmüştü. Çocuk ölümleri kimi hekimlere göre neredeyse yüzde 90’a ulaşıyordu...” Savaşlar içinde yetişmiş yeni nesil ile savaşlarla örselenmiş eski nesil arasındaki bağ kopmuştu. Yeni neslin dinle bağı gevşemiş - insanı bu hallere düşüren tanrıya kim inanır? - içine kapanmıştı. Sıkıntı toplumda değil bireydeydi, öyle inanıyorlardı. Bu şartların sonucu olarak Hürriyet’e kılavuzluk eden sosyolojinin yerini psikoloji alıyordu. Geçmiş reddediliyordu ama kimse reddedilenin yerine ne koyulacağını bilmiyordu. Açık olan bir şey vardı; yeni bir vatan için yeni bir insan türünün yaratılması şarttı. Cumhuriyet’in “10 yılda 15 milyon genç yarattık her yaştan” övünmesinin nedeni buydu.
Bugünün kaybedeni 1908-1928 arasına yaratılan yeni hayat ve yeni insandır. Abdülhamit’i indirdiğimiz için kazanmıştık 1908’i. Ortalık çakma Hamitlerden geçilmiyor şimdi. “Yeni hayat” her yerde gericiliğin saldırısı altında. 1908’in ürünü olan üniversiteler çoktan medreseye dönüştü. Anayasa yok, meclis kapalı, meşrutiyet bitti. Daha kötüsü bir aydın hareketi de yok ortalıkta. Anadan üryan bir haldeyiz demek bu.
***
Madem içinde bulunduğumuz “fakru zaruret”e bakıyoruz, bir paranteze ihtiyacımız var. 2023’in eşiğinde 1917’nin kazanımlarından da mahrum haldeyiz. İnsanlık, Sovyetler Birliği’nin çözülüşü ile daha iyi bir dünya umudunu kaybetmiştir. Umutsuzluk parçalar, zayıflatır, yıkar. Haliyle sınıf örgütsüz. Sosyalizm korkusundan kurtulan sermaye ölçüsüzce saldırıyor her yanda. Kölelik geri döndü yeryüzüne. Emperyalizmin kanını emdiği yoksul ülkeler Orta çağın eşiğinde, utanç verici bir sefalet hükmünü sürdürüyor. İnanılmaz bir zenginlik akıl almaz bir yoksulluğun yanı başında semirip duruyor. Milyarca aç insan, milyarlarca issizden oluşan acınası bir dünya kurdular az zamanda. Bunda Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin çözülüşünün payını ihmal edemeyiz. Sadece varlığı bu tabloyu bambaşka yapardı, biliyoruz. Kaldı ki bizim cumhuriyetsizliğimizin de sebeplerinden biridir bu. Cumhuriyetimiz, Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne yaslanarak kuruldu ve dayanağı çekilince büyük bir hızla yıkıldı. Tartışırız.
***
Tabii bu topyekûn geriye kaçmayı sermaye sınıfının ihtiyaçlarından ayrı düşünemeyiz. Sosyalizmin ilerleyişinden dehşete kapıldıkları 1950’li yıllardan bu yana devleti yüklerinden kurtarmak, hızlandırmak istiyorlardı. Fransa’da, 1958 Gaulle Anayasası bir işaret fişeği oldu. Bütün emperyalist ülkeler aynı yola girdi, parlamento ve yargı güç kaybetti, idare güçlendi, devlet hızlandı. Devlet hızlanınca özgürlük alanları daraldı. Parlamento ve yargı, bu durumda demek ki demokrasi artık düzenin sırtındaki yüklerden ibarettir.
Ülkemizdeki karşılığı bir anlamda emperyalist kapitalizmin tarihine bir katkıdır. “Başkanlık sistemi” tartışmaları 1970’li yıllarda Aydınlar Ocağı türü sağ oluşumlarda başlamıştı. 12 Eylül yolu açtı, Turgut Özal karikatürünü yarattı. 2002’da İslamcılar onun açtığı yoldan ilerleyip, bütün bağlarından kurtulmuş çıplak bir devlet aygıtı yarattı. Başında tek adam var, patronlar ne derse emir telakki ediyor. Ölçüsüz ve kuralsız İslamcılar eliyle ölçüsüz ve kuralsız bir devlet yaratılmıştır. Katkısı ölçüsüzlüğüdür.
***
Peki bu durumda soralım, neredeyiz? Daha iyisi, bu cumhuriyetsizlikte ve bu hürriyetsizlikte nereye gidiyoruz?
“Fatru zaruret”imizin aslında buraya kadar yazdıklarımdan daha kötü olduğunu not edeyim. Aydınlarımızın, Mithat-Namık Kemal-Ziya, Abdülhamit’i anayasayı ilan etsin diye bir darbeyle tahta oturduğu şartlardayız aşağı yukarı. Malumunuz, tahta oturur oturmaz ilan ettiği anayasayı rafa kaldırdı despot. Meclisi kapatmadı ama içini boşalttı ve hafiyeleri ile yönetmeye girişti mülkünü. Tamı tamına o şartlardayız. 2023’e girerken tarihimizden tanık olduğumuz zifiri bir karanlık içindeyiz yani. Yeni yıl o karanlıkta çalıyor kapımızı. Ama unutulmasın 1876, 1908, 1917 ve 1923 de böylesi bir karanlıkta doğmuştu. Karanlık varsa ışık da vardır, olur.
Işık biziz. Biz bu karanlığı yıkarız. Işıklı, aydınlık, eşitlikçi ve umutlu bir yeni dünya kurarız. Ama önce 2023’ü kazanmalıyız. Yol burada, yürüyecek olan sizlersiniz. Ya ağlayıp yakınacaksınız ya ayağa kalkacaksınız. Öyleyse nice aydınlık, umutlu yıllara!