'Seçimlerin Cumhuriyet’in 100. yılına denk gelmesi zaten başlı başına bir sembolizm içerirken buna şimdi bir de seçim gününün 14 Mayıs olarak belirlenmesi eklendi, sembollerden sembol beğenebiliriz'

14 Mayıs 1950’den 14 Mayıs 2023’e

Seçimlerin Cumhuriyet’in 100. yılına denk gelmesi zaten başlı başına bir sembolizm içerirken buna şimdi bir de seçim gününün 14 Mayıs olarak belirlenmesi eklendi, sembollerden sembol beğenebiliriz artık bu süreçte dolayısıyla.

Ancak bu sembolizm ilk akla gelen şeye, yani Cumhuriyet’i kuran partiyle Demokrat Parti geleneği arasındaki ayrıma ve 1946’dan beri devam eden mücadeleye, bu mücadelenin bir raunduna tekabül etmeyecek bu sefer; çünkü düzen içi siyasal mücadele bu eksene yerleşmiyor artık Türkiye’de.

Mücadele esas olarak iktidardaki DP geleneğiyle muhalefetteki DP geleneği arasında geçecek; çünkü iktidar partisinin karşısında giderek merkez sağ bir parti hüviyetine bürünen CHP’nin başını çektiği bir sağ blok var ve bu nedenle “yeter söz milletindir” sloganı adeta paylaşılamıyor, bu nedenle her iki blok da kendisini bu sloganın esas sahibi olarak görebiliyor.

Geçtiğimiz hafta, henüz Erdoğan seçim tarihini 14 Mayıs olarak açıklamamışken yayınlanan yazımda Kılıçdaroğlu CHP’si için şöyle demiştim:

"CHP tabanı örneğin düne kadar Menderes’in kim olduğunu, NATO üyeliği için Kore’de nasıl bir kan pazarlığı yaptığını, gericilikle kurduğu ilişkiyi, muhaliflere yönelik baskı politikalarını, CHP’ye düşmanlığını çok iyi bilir ve ona göre davranırdı. Bugün kafalar karışmıştır; çünkü Türk sağının Menderes’ten bir 'demokrasi kahramanı' yaratma projesine artık CHP de ortaktır."

Bu durumun seçim sürecine de yansıyacağını söyleyebiliriz. Taraflar esas Menderesçinin kendileri olduğunu, DP geleneğini bugün kendilerinin temsil ettiğini, Özal’ın, Erbakan’ın, Türkeş’in esas mirasçıları olduklarını öne sürerken karşı tarafı vesayetçilikle suçlayacak, kendilerini de milletin hakiki temsilcileri olarak gösterecekler. Yani siyasal kutuplaşma Türk sağının belirlediği paradigmanın içerisinden şekillenecek, kimse Cumhuriyet’ten, laiklikten, bağımsızlıktan, kamuculuktan, halkçılıktan bahsetmeyecek; bilakis İsveç’teki Kuran yakma provokasyonuna verilen tepkinin gösterdiği gibi herkes birbiriyle daha çok sağcılık yarıştıracak, herkes aynı dille konuşacak.

(Tam da bu satırları yazarken sosyal medyaya düşen videoda CHP Grup Başkanvekili Engin Altay ve başka CHP milletvekilleri ellerini DP’nin 1950 seçimlerinde kullandığı afişteki gibi “dur” işareti yapacak şekilde kaldırarak “yeter söz milletindir” diyorlardı. O seçimde CHP’nin yenildiği ve bir daha da tek başına iktidar olamadığı ise akıllarına bile gelmiyordu muhtemelen.)

Kuşkusuz 14 Mayıs 1950 seçimleri ile 14 Mayıs 2023’te yapılacak seçimler arasında benzerlikler var. O seçimde 27 yıldır devam eden bir tek parti rejimi vardı, şimdi de 20 yıldır iktidarda olan bir parti var. CHP de bir rejim inşa etmişti AKP de bir rejim inşa etti. CHP de devletleşmiş bir partiydi, AKP de devletleşmiş bir parti.

Ancak bu benzerlik bize bir yere kadar yardımcı olabilir; bugün 1950 seçimlerinden çok farklı bir konjonktürde, çok farklı bir iktidarla ve muhalefetle seçime gidiyoruz. Her şeyden önce 1950’nin CHP’si hem iktidarı devretmemek gibi bir tutum sergileyemeyecek kadar yorgundu hem de İnönü barışçıl bir şekilde bu devir işlemine hazırdı. Karşısında ise son derece atak ve dişli bir muhalefet vardı. Demokrat Partililer 1946 seçimlerinden itibaren adım adım CHP’yi adil bir seçime zorlamışlar ve istediklerini de almışlardı, iktidar hırsıyla doluydular ve kazanmak için her şeyi yapıyorlardı.

Peki ya bugün? Bugün aynı şeyleri söylemek mümkün görünmüyor. Evet iktidar yorgun ama iktidarı bırakmayı da barışçıl bir geçişi de istemiyor. Bilakis devletleşmiş ve devletin bütün olanaklarını kullanan, bürokrasiyi, orduyu ve polisi kontrolü altında tutan, istediği zaman sokağa salabileceği kendi çekirdek kitlesine sahip olan, medyanın ciddi bir bölümünü yöneten, manipülasyon ve operasyon yapma yeteneği hala güçlü bir parti var karşımızda.

Muhalefete gelince… 1950 seçimlerinin o atak, yıpratıcı, iktidarı arzulayan DP’si ile karşılaştırılamayacak ölçüde pasif, âtıl, umut ve heyecan yaratmaktan uzak ama asıl önemlisi rejimin olağanüstü karakterini görmezden gelerek bütün bir siyaseti sandığa sıkıştıran, halktan, kitlelerden korkan bir muhalefetle karşı karşıyayız bugün.

Öyle ki Anayasa’daki açık hükme rağmen Erdoğan’ın adaylığını bir mücadele başlığına, bir anayasa ve hukuk savunusuna dönüştüremeyen, maç esnasında rakibin hakem gibi davranarak istediği zaman kuralları değiştirmesine suspus olan ve bu suskunluğu şu cümlelerle meşrulaştıran bir muhalefetten bahsediyoruz:

"Diyelim ki ses çıkardık nereye gidecek? Yüksek Seçim Kurulu'na (YSK). O üyeleri atayan kim Erdoğan. Verdiği karara kim itiraz edecek? İtiraz edeceğin hiçbir yer yok. Anayasa Mahkemesi bile bakmıyor bu karara."

Bu sözler maça baştan mağlup başlamayı ve karşıdakinin gücünü kabullenmek değilse nedir? Eğer iktidarın hukuk tanımazlığı bizzat hukukun ortadan kaldırılması nedeniyle hukuki mücadelenin konusu yapılamıyorsa ve siyasi mücadele böyle bir kabullenmenin üzerine inşa ediliyorsa iktidarın ülkeyi serbest seçimlere götüreceğinin ve barışçıl bir devir teslimi kabul edeceğinin garantisi var mıdır?

YSK bugün takındığı tutumu seçimde de gösterir ve seçimlerin çalınmasına onay verirse o zaman ne yapılacaktır peki? Bunun bugün bir mücadele başlığı haline getirilmemesi 14 Mayıs’a giden yolda ve 14 Mayıs akşamı tam da iddia edildiğinin tersine AKP’ye yaramayacak mıdır? Hele bir de bugüne kadar “AKP’ye yarar” diyerek yapılmayanların hepsinin eninde sonunda AKP’ye yaradığını biliyorsak.

Krizin en derinleştiği günlerde iktidarı erken seçime zorlayamayan muhalefet, seçimlerin ne zaman yapılacağına dair inisiyatifi de iktidara bırakmış ve güçsüzlüğünü bir kez daha ortaya koymuştu. Şimdi Erdoğan seçimleri Meclis’i feshederek erkene alıyor ve hem anayasayı tanımayarak hem de seçim gününü kendisinin belirleyerek bir güç gösterisine girişiyor, muhalefetin buna direnmeyi tercih etmemesi de bu gösteriyi kolaylaştırıyor.

AKP’nin tarihindeki en güçsüz, en zayıf haliyle girdiği bu seçimde bile gitmesi garanti değilse bunun en büyük nedeni karşısındakilerin bugüne kadar bir kere bile onun zayıflığını, kırılganlığını gösterecek, meşruiyetini sarsacak en ufak bir hamleye dahi girişmemiş olmalarıdır. Dolayısıyla AKP güç gösterisi yapmaya muhalefet sayesinde devam edebilmektedir.

Türkiye bugün tarihinin en kritik seçimlerinden birine gitmektedir ama ülke tarihinde halkın bu kadar siyasal denklemin dışında bırakıldığı, sandığı beklemekten başka hiçbir şey yapmamasının istendiği, alanların, meydanların halka kapatıldığı, haksızlığa hukuksuzluğa karşı halkı sahneye davet etmekten böylesine korkulan neredeyse başka bir seçim yarışı yoktur.

Düzen muhalefeti adayını açıklamasından sonra da bu tutumunu devam ettirirse ve halkı gidişatı değiştirecek ve iktidara gözdağı verecek bir şekilde siyasi denkleme dahil etmezse bunun bedelini bir kez daha halkın ödeyeceği ise açıktır.