Filistin dersleri 4: Araplardan hayır gelmez mi?

Hele Filistin söz konusu olunca, göçmen düşmanlığıyla tırmanan “Araplar” genellemesi temelsiz. Ayrıca bu, batının pompaladığı ırkçı bakışın uzantısı.

Haber Merkezi

Filistin meselesinde Türkiye’de yapılan yorumların önemli bir kısmı, “Arap düşmanlığı”ndan etkileniyor. Türkiye tarihindeki üç uğrak, bu düşmanlığı tetikledi: 

İlki, Birinci Dünya Savaşı’nda çeşitli Arap topluluklarının Osmanlı’ya karşı İngilizler’le işbirliği yapmasıydı. Osmanlı hakimiyetini niye kabul etmeleri gerektiği sorusu, başlı başına tartışılmayı hak ediyor. Ama, konumuz açısından daha önemli bir durum var: Filistin halkı, o dönemde büyük oranda Osmanlı’yı desteklemişti.

İkincisi, Türkiye’de siyasal islamın yükselişine tepki gösteren kesimin, İslam’la Arapları özdeşleştirip, özünde siyasi olan tepkilerini milliyetçi bir yola sokmalarıydı.

Üçüncüsü, Suriye savaşının ardından tetiklenen göçmen akını oldu.

“Araplardan hayır gelmez” kafası, birçok açıdan sorunlu.

Bir defa, “Araplar” genellemesi tutarsız. Fas’tan Irak’a uzanan bölgedeki halkların hepsi farklı tarihsel süreçlerden geçti, farklı kültürlere sahip. Filistin, dünyada kişi başına en fazla yüksek lisans ve doktora mezununa sahip olan halk. Lübnan, uzun süre Türkiye’nin birçok bölgesinden çok daha kentli ve gelişkin bir gündelik yaşama ev sahipliği yaptı. Türkiye’de “Arap” tanımı, çoğunlukla Körfez ülkelerinde yaşayan, gerici ve islamcı kesimle özdeşleştiriliyor.

Şuysa unutuluyor: Türkiye’de AKP 21 yıldır iktidarda. Başkaları da bize dair benzer genellemeler yaptığında ne kadar haklı oluyor? Batı ülkelerine giden birçok Türk ve Kürt, benzer bir ırkçılığa maruz kalıyor.

Bir diğer husus, bu bakışın, sömürgecilikle doğrudan bağlantılı olması. İngilizler Hindistan’ı, İspanyollar Latin Amerika’yı, Fransızlar Afrika’yı sömürgeleştirirken tam olarak aynı zihniyetten güç alıyorlardı: Hintliler, İnkalar, Cezayirliler, Kongolular geri, gelişmemiş halklar, biz bunları medenileştireceğiz.

Tarih, herkes için eşit ilerlemiyor. Bireyler de, halklar da değişiyor, gelişiyor. Cumhuriyetin yüzüncü yılındayız, yüz yıl önceki Türkiye halkıyla bugünkü arasında çok büyük farklar var. Bunu görmezden gelip, etnik kimliklerin tarihten bağımsız, ezelden beri var olup ilelebet sürecek birtakım “nitelikleri” olduğunu varsaymak tamamen yanlıştır.