Algida ile sömürüyü tat: Eksi 25 derecede, günde 17 saat mesai…

Her yaz sezonunda milyonlarca lira reklam harcaması yapan, tüm reklam panolarında ve televizyon kanallarında karşımıza çıkan dondurma markası Algida, “Algida ile eğlenceyi tat” sloganından çok “Algida ile sömürüyü tat” sloganını hak ediyor. Bir Algida emekçisiyle geçtiğimiz yaz sezonu neler yaşadıklarını konuştuk...

Ali Ufuk Arikan

Türkiye’nin en büyük dondurma markası olarak bilinen Algida, reklamlarındaki “o eğlenceli” görüntüden oldukça uzak bir hayat sunuyor çalışanlarına…

Üç sezondur Algida’da, dondurmaların araçlara yüklendiği depoda çalışan bir Algida emekçisiyle, yaşadıkları sömürü, baskı koşulları ve mücadelelerini konuştuk.

Öncelikle çalışma koşullarınızdan başlayalım istersen. Yaz sezonları Algida emekçileri için nasıl geçiyor?

Algida’nın en çok kar ettiği ve ürün sattığı dönemler tabii yaz dönemleri. Bu dönemde kendisini reklamlarda “çok renkli” olarak da sunuyor biliyorsunuz Algida. Ancak bizim için her şey o kadar da “renkli” olmuyor. Yazın en yoğun olduğu dönemde günde tam 17 saat mesai yapıyoruz, üstelik eksi 25 derecede.

Günde 17 saat mi?

Evet. Yaz aylarının en yoğun olduğu dönemde, günde 17 saate kadar çalıştığımız tam bir aylık bir dönem yaşadık. 17 saat çalışıp servisle eve bırakılıyorduk, evde çok kısa süre dinlendikten sonra bu kez tekrar gelen servisle yine işe doğru yola çıkıyorduk…

Eksi 25 derecede çalıştığınızı söyledin, peki gerekli kıyafetler temin ediliyor muydu size?

Evet, bu konuda bir sıkıntı yoktu ama sorun sadece kıyafet olsa keşke. Ne giyersen giy, 17 saat çalıştığın yer eksi 25 derece. Mutlaka soğuk içine işliyor. Ben depo bölümünde çalışıyorum. Yaz ayları kısaca bir Algida çalışanı için oldukça yorucu ve soğuk geçiyor diyebilirim. Tüm gün dondurma kutularını hazırlıyoruz, marketlere gidecek olan araçların irsaliyelerine göre hazırlıkları yapıyoruz.

Peki, 17 saat kesintisiz değildir herhalde değil mi?

15 dakikalık iki molamız ve yarım saatlik bir yemek molamız var. Bunun dışında sürekli çalışıyoruz. Kutular çok ağır değil ama günde belki de binlerce dondurma kolisi taşıdığımız için günün sonuna doğru artık halimiz, dermanımız kalmıyordu.

Kaç kişi çalışıyordunuz böylesi yoğun bir işte?

20 kişiydik. Bir kişi bile gelemediğinde perişan oluyorduk, ki zaten bu sayı da yetmiyordu bize. Bu yüzden günde 17 saate kadar mesai yapıyorduk. Haftada ise sadece bir günlük bir iznimiz var. O gün için de dinlendiğimizi söylemek haliyle pek mümkün olmuyor.

Bu duruma karşı içeride tepki olmadı mı, yani bu koşullara?

Oldu. Tepki gösterenler doğrudan ya işten çıkarılıyordu ya da istifaya zorlanıyordu. İnsan yerine konmuyorduk, köle gibi sürekli çalışmamızı istiyorlar. Yorulduk diyoruz, şu dört arabayı da atın, sonra bakarız diyorlar. Bu durum, bu tavır onur kırıcı noktaya geliyor.

İş yerinde çalışma saatleri çok uzun olduğu için forkliftin altında ayağı kalanlar oluyordu, artık yorgunluk dikkatsizliğe neden oluyordu. Hatta bir arkadaşım rapor aldı, sonra iyileşemeden işe geri döndü işten çıkarırlar diye. Duruma da tepki gösterince onu işten çıkardılar.

Maaşınız ne kadardı?

Böyle bir işe, bu kadar ağır bir çalışmaya göre oldukça az. Ücretimiz bin 580 liraydı. Ama fazla çalışmalarımızı da vereceklerini söylediler ama onu da eksik hesaplayarak verdiler bize.

Temmuz ayında dediğim gibi günde 17 saat çalışıyorduk.  Bu ay artık kendi cebimizden yemek yemeye başladık. Biz de bu uzun çalışma nedeniyle yemek çıkarmalarını istedik. Tamam deyip iki gün getirdiler, sonra onur kırıcı şekilde hareket etmeye başladılar. Plastik bardakta çorba getirmeye başladılar. Sonra tümden bıraktılar.

Tepkiniz ne oldu?

Eğer bu durumu düzeltmezlerse toplu olarak çalışmayacağımızı söyledik. Biz bu adımı atar atmaz bir saat sonra yemeğimiz geldi.

Birlik olmak sonuç verdi yani?

Evet, bizim güçlü olduğumuzu hissettiren bir gün oldu. Birlikte hareket ettiğimizde sonuç alabildiğimizi görmüş olduk.

Sonra sizin işten ayrılmanıza yol açan süreç başladı sanıyorum. Bu süreçte neler yaşandı?

Çok uzun süredir çalıştık ve bize “siz fedakarlık yapın, biz prim vereceğiz” diyorlardı. Sonra prim geleceğini öğrendik ama bir tek depoda çalışanlara verilmeyeceğini söylediler. Biz Algida’ya çalışan bir taşeron firma üzerinde çalıştırılıyoruz, herkes alıyor ama size şirket vermiyor, bizimle ilgili değil dediler. Biz bölge müdürüne ulaştık, o da müdüre kızınca müdür ertesi gün bizimle toplantı yaptı. Bunu vermeyen Unilever, bizim yapacak bir şeyimiz yok dediler ve bizim emeğimizin karşılığını vermediler.

Sonrasında neler yaşandı?

Buna tepki gösterince önce mesai programı değişti dediler. Burada çalışanların çoğu gibi ben de öğrenciyim, ve programı bizim ders saatlerimize çakışacak şekilde planlamışlardı. Mecburen istifa ettim. Sonrasında öğrendiğim kadarıyla hala aynı programa devam ediyorlarmış, bir değişiklik de yapmamışlar.

Aslında yaşadıklarımız işçilerin hepsinin yaşadığı sorunlar. Zorda kaldıkları dönemde bize her türlü desteği verdiklerini, vereceklerini söyleyenler yoğunluk biter bitmez onur kırıcı şekilde hareket etmeye başladılar. Buna karşı tek bir çıkış olduğunu bir kez daha görmüş olduk. Biz ancak birlikte hareket edersek haklarımızı alabiliriz. Bunu yapamadığımızda ise hakkımız olanı gasp ediyorlar.

TKP’nin hazırlamış olduğu bir işçi hakları broşürü vardı, bunları iş yerindeki arkadaşlarıma ulaştırdım, hepsinin tepkisi “Böyle bir hakkımız da mı var?” oldu. İşçilerin haklarını ve güçlerini bildiklerinde her şeyin daha farklı olacağını düşünüyorum.


İŞÇİLER soL'A KONUŞUYOR