Yusuf Ziya Özcan: Mübarek adam!

Yusuf Ziya Özcan’ın YÖK başkanı yapılmasının üzerinden dört yıl geçmiş!

Özcan’ın göreve gelmesinden kısa bir süre sonra, 11 Ocak 2008’de şöyle yazmışım: “Mübarek, YÖK başkanı değil, sanki AKP sözcüsü. AB/ABD’nin AKP’den istediklerini ve dolayısıyla AKP’nin neler yapmak istediğini biliyorsanız, başkanın ne söyleyebileceklerini de biliyorsunuz demektir.”

Özcan, göreve geldiği günlerde TBMM başkanını ziyaretinde, Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın kendisini, "Aman hocam dikkat et, bir şey söylersin ipimizi çekerler" sözleriyle uyardıklarını söylese de, aklına geleni söylemekle işe girişiyor: “Araştırma görevlilerini burslu çalıştıralım, beğenmeyince ve istediğimiz zaman atarız. Herkes üniversiteye gitmesin, üniversiteyi paralı yapalım. Rektör seçimleri karışıklık yaratıyor, üniversite senatoları rektör adayını belirlesin” diyor! Bir ay kadar sonra da gazetecilere, "Hükümetin emir eri değilim" dese de, görevi süresince AKP’nin hizmetinde kusur etmiyor!

YÖK’te ilk iş olarak Başbakanın belediye başkanlığı döneminden arkadaşı olan kişiyi YÖK başkanvekili ve bir ilahiyatçıyı da YÖK Eğitim Komisyonu Başkanı yapıyor!

Başkanlığının 6.-7. ayında yapılan rektör seçimlerinde Cumhurbaşkanı’na ve AKP’ye taşeronluk yapmaya başlıyor. Seçim yapılan 21 üniversitenin çoğunda, en çok oyu almış olanlarla rakiplerine oy farkı atmış adayların çoğunu Cumhurbaşkanına sunacağı üç kişilik listeye almıyor. Türbanın serbest olması için imza verenlerle AKP yandaşı adayları liste başı yapıyor. Bugüne değin rektör belirleme sürecinde benzer bir tutum izliyor.

Özcan makamına alıştıkça konuşuyor. Oyların çoğunu almış rektör adaylarını ilk üç içine almıyor, sonra da dalga geçercesine YÖK’ün yetkileri çok fazla” deyip duruyor! “Her önüne gelenin vakıf üniversitesi açabilmesinin doğru olmadığını” söylüyor, üniversite açmak isteyen herkese izin veriyor vakıf üniversitelerinin neredeyse yarısı onun zamanında açılıyor! Hızını alamıyor, “Rektör seçiminde Köşk ve YÖK’ü tümüyle devreden çıkartıp, mütevelli heyetleri yoluyla seçim modelini” öneriyor!

2008 Temmuzunda, öğretim elemanı kadrolarına atamada yeni ölçütler getirip akademisyenliğin sıradanlaştırılmasını ve üniversitenin kendi elemanını kendisinin seçmesi özerkliğini yok ediyor.

TBMM türbana serbestlik getirecek anayasa değişikliği yapıyor ve konu Anayasa Mahkemesi’ne gidiyor. Özcan, Mahkeme (iptal) kararını vermeden, üniversitelere türbana dokunmayın emri gönderiyor, Danıştay yürütmeyi durduruyor.

“50/d maddesine göre atanmış araştırma görevlilerinin tezleri biter bitmez işten çıkarılması” kararını alıyor Danıştay’a tosluyor.

2009’da, ilahiyat ön lisans diplomalarından “Sadece Diyanet ve din hizmetleri için geçerlidir” şerhini kaldırıyor! İlahiyat fakültesi kontenjanlarını, önce yüzde 200, sonraki yıl ise ilahiyatlardaki ikinci öğretimi de yaygınlaştırarak yüzde 115 artırıyor!

Yurtdışı Yükseköğretim Diplomaları Denklik Yönetmeliği’nin 8.maddesini değiştirerek yurtdışında uzaktan eğitim yoluyla alınan diplomalara denklik verilmesini kabul ediyor!

Ekimde “Bologna Süreci gereği” diyerek, yükseköğretim kurumlarının faaliyetlerinin planlamasında dış paydaşların da görüş, öneri ve desteklerini almak amacıyla danışma kurullarının oluşturulmasına, üniversiteyi piyasalaştırmaya girişiyor.

Kamu üniversitelerinde eğitim fakültesi açılmasını durdururken cemaat okullarında bu fakültelerin açılmasına izin veriyor.

Meslek liselerin öğretmen yetiştiren mesleki teknik eğitim fakültelerini kapatıyor.

İki yüz küsur bin öğretmen adayı iş bulmak için kıvranırken “Eğitim fakülteleri, fen-edebiyat ve ilahiyat fakültelerinde okuyan öğrencilere öğretmenlik sertifikası programı açabilir” diyor! Danıştay yürütmeyi durduruyor.

Hukuk fakültelerinde, önce İktisat ve Maliye bölümlerini kapatıyor, sonra da, Kamu Hukuku ile Özel Hukuk bölümlerini ve Roma Hukuku Anabilim Dalını.

“Katsayı engelini kaldırdık” diyor 2009 sonunda bu kararın Danıştay tarafından iptal edilmesiyle ilgili olarak, “… bizim B ve C planlarımız var. D ve E’ye kadar gider. … gerekirse hukuku da dolanacağız” diyebiliyor! Bu yöndeki girişimlerini, Danıştay AKP’lileşince ve görevinin bitmesine kısa bir süre kala 2011 biterken sonlandırıyor.

Tek oturumda yapılmakta olan Öğrenci Seçme Sınavı’nı kaldırıp yerine iki haftada ve beş oturumda yapılacak Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) ile Lisans Yerleştirme Sınavı (LYS) gibi iki sınav getiriyor!

21 Ocak 2010’da YÖK tarafından kabul edilen, “Türkiye Yükseköğretimde Yeterlilikler Çerçevesi” ile akademisyenliğin teknisyenliğe indirgendiği ilan ediliyor.

Özcan, 10 Mart 2011 günü yayımladığı “Yükseköğretimin Yeniden Yapılanmasına Dair Açıklama” ile “Bologna Süreci”ni kullanarak üniversitelerin piyasalaştırılmasının tamamlanacağını duyuruyor. Hemen ardından YÖK’ün web sayfasına konan “Yükseköğretimde yeniden yapılanma: 66 soruda Bologna Süreci uygulamaları” adlı raporda, AB’yi dünyanın en güçlü ekonomik gücü yapma amacındaki Bologna Süreci yere göğe sığdırılmıyor. Bu tarihten sonraki uygulamalar daha çok bu süreçle ilişkilendiriliyor.

Türk-Alman üniversitesi kurulmasını ve burada öğretim dilinin Türkçe değil de, İngilizce ve Almanca olmasını benimsiyor!

Hemen her gün üniversitelerde öğrenciler polis şiddetiyle karşılaşıyor, yüzlerce üniversite öğrencisi demokratik haklarını kullandıkları için tutuklanıp yargılanıyor. Bir üniversite dua ile açılıyor bir diğeri, yaptığı araştırma sonuçlarını kamuoyuyla paylaşan profesörüne ceza veriyor. Üniversiteler giderek cemaatlerin kontrolüne giriyor idari görevler farklı cemaatler arasında paylaşılıyor. TÜBİTAK ve TÜBA bilimden uzaklaştırılıyor. Özcan tüm bu olup bitenleri gönül rahatlığıyla izliyor!

Özcan, Malezya İslam Üniversitesinden gelip üniversitelerin İslamileştirilmesi için çaba harcıyor. Her konuda proje yapan biri olarak başkanlığa oturup akademisyenleri proje peşinde koşan tüccarlara ve üniversiteyi de ticarethaneye dönüştürmeye çalışıyor. ABD’ye beyin göçü transferi gibi çalışan Fulbright Komisyonu üyeliğinden YÖK’e sıçrıyor, “Bologna Süreci” diye tutturup AB ekonomisini güçlendirmenin taşeronluğuna soyunuyor.

Giderayak, “4 yılda inanılmaz hizmetler yaptık, çok da problemi olmayan bir YÖK bırakıyoruz” diyebiliyor!

Mübarek, turnosal kağıdı gibi! AKP yandaşları ile bilim ve toplum yandaşlarını ayrıştırıcı bir işlev görüyor. AKP’ye en az oy veren kesim olan üniversiteliler tarafından hiç sevilmiyor ODTÜ’ye bile sokulmuyor.

Görev bitiminde AKP yandaşları tarafından gözyaşlarıyla uğurlanıyor! Bilim ve toplum yandaşları ise hiç sevinemiyor gelenin gideni aratacağı biliniyor!
[email protected]