Bilgi nehrinin barajları (3)

Özgür Keşaplı Didrickson'ın "Bilgi nehrinin barajları (3)" başlıklı yazısı 16 Şubat 2013 Cumartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Tüm dünyada pek çok sorunla boğuştuğumuz şu günlerde, bilgi ile ilişkimiz konusu gündemden hiç düşmemeli, ancak en önemli soru da kapsamlı sorun tespitleri ile boğulmamalı. Sorunları çözmek istiyor muyuz?

Yanlış yapanları parmakla göstermek, türlü şekilde aşağılamak (farkında olmasak da) ve/veya üstünlüğümüzü, masumiyetimizi ilan edip rahatlamak çoğumuz için yolun sonu. Neyi, nasıl çözmemiz gerektiği konusunda düşünüp tartışmaya enerji bırakmayan ve sıklıkla bilgisizlikle birlikte kendini gösteren bu evrensel tutumumuz barajların en dirençlisi.

Karşımızdaki ne yapmış olursa olsun bu davranışın nedenlerini anlamaya çalışmak ve yapıcı bir dil kullanmak çözüme giden yolun en önemli adımı belki de. Geçenlerde “iktidarsızlığa çözüm avlanmak değildir” diyen bir slogan gördüm. Bilimciden edebiyatçıya, eleştiriden hoşlanmıyoruz hatamızı kabul edip özür dilemekte zorlanıyoruz. Öyleyse böylesine çirkin söylemlerle karşımızdakinin davranışlarını değiştirmelerini beklemek gerçekçi mi? Hem hangi uygar insan sağlık sorunlarının bile konu edildiği bu tür aşağılamaları onaylayabilir?

Pek azımız davranışları ve/veya fikirleri nedeniyle kınadığımız insanların yerinde olmayışımızın şansla ilgisi üzerine durup düşünüyoruz. Oysa hangi genetik donanımla doğduğumuz, hangi çevrede büyüdüğümüz, nasıl bir eğitim aldığımız gibi elimizde olmayan pek çok etken toplum içinde bizleri uçlara savurabiliyor.

Evrim konusu örnekler vermek için uygun acaba evrime yalnızca kendisini aydın (dolayısıyla diğerlerinden üstün) yaptığı için inananlar ile anlayamadığı için (ve aşağılanmaya tepkisel olarak) inanmayanların sayısı nedir? Kimi tartışmalarda evrime inananların diğerlerinin inanmakta neden zorlandıklarını anlamadıkları için çıkmaz ve dahası tehlikeli yollara giriliyor. Din, siyaset gibi konular evrimi anlatmak için yola çıkanların hemen üzerinden atması gereken bir yük değil mi? Saldıranlar olsa da evrimi savunmayı değil anlatmayı seçerek en uzaktakini bile yakınlaştıran iletişim köprülerini kurmalıyız.

Üstelik eğitimliler de bazı şeyleri hap olarak yutabiliyor ve/veya tutucu olabiliyor. Ne olduğunu kavramamış ve ondan keyfi yararlanan ne çok savunucusu var evrimin. Örneğin eşcinsellik konusunda, tam da olması gerektiği gibi, hayvanlardan örnek verilebiliyor ve tutucular kınanıyor. Ancak iş kadına şiddet gibi konulara gelince şempanzelerden, yunuslara akrabalarımızı hatırlayana pek rastlanmıyor. Oysa şiddeti yalnızca kınamak değil çözmek istiyorsak türümüzün karanlık ve kabul etmekte zorlandığımız yanlarını da evrimin feneriyle aydınlatmaya çalışmalıyız.

Bunca eşitsizliğe rağmen eğitimi, sıfatları çok önemsiyoruz ama bunların sorumlulukla ilişkisi pek aklımıza gelmiyor. Daha akıllıysak sorunlar çözülmek için bizim samimi katkımızı bekliyor demektir. Aklımızı ve enerjimizi sorunları çözmek için kullanmadığımız sürece soruna dahil olmadığımızdan şüphelenmemek mümkün mü?

Sorunlar yalnızca bir engeli aşarak çözülmüyor tabii ki. Yol açıkken yeterince ilerleyememek de bir sorun. Sürekli ve sadece kötü huyları görülen, kendisine inanılmayan, tek bir yüreklendirici söz duymayanların olumlu gelişme göstermede zorlandıkları hatta saldırganlaştıkları açık. Birbirimize, gençlerimize ve elbirliği ile ülkemize yaptığımız bu değil mi?

Engelleri aşarak, adımları hızlandırarak kötü gidişatı değiştireceğimize inanan herkese Kaan Arslanoğlu’nun, içinde “Sol siyaset için insan doğası yönünden halka yaklaşım rehberi” isimli bir bölüm bulunan “Evrim Açısından Devrim” kitabını (İthaki Yayınları) öneririm.