Canavar sizsiniz

Ulaşımı hak sayan bilimum sözleşmenin altına atılan onca yaldızlı imza ne denli parlatılırsa parlatılsın, kapitalizmde ulaşım hak değil, devasa kârlar sağlayan acımasız bir sektörün konusu yalnızca.

Sanayi devrimine ebelik eden demiryolu ulaşımını, ironiye bakın ki, ‘komünist işi’ diye defterinden silen ve ulaşımı ‘özgürlük’ fetişi altında bireyselleştiren bu sektörün acımasızlığı insanı ve doğayı her gün kitlesel ölçekte katlediyor.

Otomobil cehennemine dönüşen karayolu trafiğinde gerçekleşen kazalar yüzünden her yıl ortalama bir şehir ahalisi kadar insan siliniyor yeryüzünden. Dünya Sağlık Örgütü’nün 2010 yılı verilerine göre trafikte hayatını kaybeden kişi sayısı 1 milyon 240 bin.

Akıl dışı bir aymazlıkla sürdürülen otomobil arzının yol açtığı trafik sıkışıklıkları yüzünden hastaneye ulaşamayıp hayatını kaybedenlerin sayısını ise bilmiyoruz. Yangın ve benzeri durumlara müdahalede yaşanan aksamaların insani maliyetini de...

Fakat aynı trafik sıkışıklıklarının yol açtığı zaman kaybının yalnızca ABD’de yıllık toplam 4.2 milyar saati bulduğunu biliyoruz örneğin. Aynı nedenle boşa yapılan yakıt sarfiyatının maliyetinin yıllık 120 milyar doları geçtiğini de...

Fosil yakıt tüketimine dayanan ulaşım sektörü, sürdürülebilir enerji kaynaklarının devreye sokulmasının önündeki en büyük engel. Alternatif kaynaklarla birlikte insanlığın başka temel ihtiyaçlarının karşılanmasına binlerce yıl yetebilecekken yeryüzünün fosil yakıt rezervlerine biçilen ömür birkaç on yılla sınırlı.

Peki, sözü geçen rezervlere hakim olmak adına kışkırtılan emperyalist müdahalele ve savaşların maliyeti rakamlara dökülebilir mi?

Trajedinin kaynağı yukarıda sıralanan katliamlar değil yalnızca.

Mesele, tüm bunların ardında yatan kâr hırsının görülememesinde.

Türkçeye ‘yurttaş’ olarak tercüme ettiğimiz ‘citizen’ kelimesinin latin dillerindeki kökeni ‘kent’ sözcüğüne dayanıyor ve kelime karşılığı itibariyle ‘kentli’ anlamına geliyor.

Toplu taşıma seçeneklerini dışlayarak genişleyen otomobil sektörünün kentleri otoyol ağlarıyla işgal etmesi ile ‘yurttaş’ kimliğinin iğdiş edilmesi arasında mutlak bir ilişki var. Otomobili merkeze koyan kapitalizmin kent düzeninde nereye adım atacağını bilemeyen çaresiz ‘yaya’lardan ibaretiz.

Trajedi, yurttaşın kentten dışlanmasında… Kentin sahibi olduğu gerçeğine yabancılaşan yurttaşın, kâr hırsıyla heba edilen yaşamını geri kazanmasını sağlayacak ortak akıldan yoksun kılınmasında…

Bu konuya nereden geldim?

Geçtiğimiz günlerde Mecidiyeköy’deki inşaat asansöründe gerçekleşen iş cinayetinden…

Cinayetin ardından konuşan AKP’li bir zat, işçilerin hayatını hiçe sayan patronu protesto edenlere, “madem o kadar duyarlısınız, trafikte can verenler için neden yollara dökülmüyorsunuz?” diyerek meydan okudu.

İstanbul Ticaret Borsası’na başkanlık eden Ali Kopuz adlı bu gerici, “demek ki samimi değilsiniz, olaydan nemalanmaya çalışıyorsunuz” gibi akla zarar bir noktaya bağladı konuyu.

Belli ki patronun doğrudan hedef gösterilmesine fena halde içerlemişti. Halbuki trafik kazalarında olduğu gibi ne idüğü belirsiz bir ‘canavar’a çatılsa ne muhteşem olurdu!

Kıyımların nedenlerini anonimleştirip belirsizleştirmek, o da olmadı fantezi dünyasına havale etmek kapitalizmin fıtratında var.

Bilimsel literatüre bile sirayet eden “görünmez el” metaforu bu yaklaşımın en popüler ifadesi.

O olmadı kader girer, o da olmadı ‘canavar’ girer devreye.

Halbuki sermayenin kâr hırsını gizleyen bu sis perdesini yırtıp atabilecek olan tek şey aklımız.

Sermaye düzeninin insana aykırı olduğunu gösteren her yeni katliamda ‘canavar’ imgesine işaret eden vicdansızlara “canavar sizsiniz” yanıtının verilmesini mümkün kılacak olan kolektif aklımız…