Roubini kahin mi, Sedef Kabaş suçlu mu?

2008 krizini öngörmüş olduğu iddiasıyla kahin ilan edilen Roubini, hayret verici yeni bir kehanette daha bulunmuş. Şöyle ki; üçüncü sanayi devrimi ile fabrikada ancak bir kişi çalışacakmış ve bu durum beraberinde sosyal bazı sorunları da gündeme taşıyacakmış. Acaba kehanet alanında da intihal söz konusu olabilir mi, bilemiyorum. Zira, bundan yaklaşık iki asır önce de ünlü bir kişi, gelecekte kapitalizmin bir dünya sistemi olacağını ve çevreden başlarcasına, insanları önce proleterleştireceğini, sonraki aşamada da yoksullaştıracağını söylemişti. Herhalde Roubini bunu duymamış olacak ki, geçmişteki ünlü insana atıfta bulunmadan böyle bir kehanette bulunmuş.

Geçmiş günlerde bir konuşmam sonrasında, yanılmıyorsam felsefe okuduğunu söylediği bir öğrenci, bir fabrikada bir köpek ve bir insanın bulunduğu üretim ünitesinde "artık değer" in ne olduğunu sormuştu bana. Bunun üzerinden iki asır değil, ama gerçekten iki on yıl geçti, diyebilirim. Demek ki, Roubini'nin kehanetinden çok önce bazı öğrenci kahinler dahi yeryüzünde mevcutmuş!

Bir süreçte salt yürüyüşü nitelemek kehanet değil, ancak olguları tekil bilgi olarak algılamanın ve nedenselliğe inilmemenin sonucu olarak görülebilir. Böylesi bir kehanet, ana-akım iktisat öğretisinin ham yöntemi olan, salt olanı açıklama yaklaşımının bir yansımasıdır. Bazı olağanüstü dönemlerde anlık öngörü olarak kehanet değerli olabilir, ama tüm gidişatı öngörmek ve gelecekteki olası oluşumları belirli olasılıklarla sistematik olarak açıklamak ancak bilimsel yaklaşımla mümkündür. Böylesi bilimsel yaklaşım yapıldığında, gerek 2008 krizini öngörmek, gerek ileride bir fabrikada bir işçinin istihdam edileceğini söylemek kehanet olmaktan çıkar, olağan açıklama olarak algılanır.  

Çözümlemeli bilimsel yaklaşım ve algılamalar önlem almada işe yarıyorsa, neden bilimsel yönteme başvurulmayıp, olgu ve oluşumlar dijital algılanarak kehanetler ile yetinildiği meselesi önemlidir. Başka bir ifade ile, neden iki asır öncesi yapılmış bir öngörüye ve bu öngörüyü sağlayan yönteme riayet edilmeden büyük bir inatla arızalı yolda ilerleyip, bazı kehanetlerle işi idare etmeye çalışıldığı, izaha muhtaç bir konudur. Bu konudaki olası açıklama çok açık ve nettir; sistemin ana dokusunun açıklanması sistemin güçlü dokusunun işine gelmemektedir! Kısacası, iktisat alanında gerçek bilimsel yaklaşım yerine, oluşum ya da süreç sonrası açıklamalar ve arada yapılan bazı "kehanetler" ile yetinilmesi genelde halkın zararına iken, sistemin başat unsurlarının yararınadır. O zaman, şunu düşünmek gerekmez  mi: acaba bilim kimlerin denetimindedir, toplumsal açıdan anlamı ve görevi nedir?

Hadiseye böyle bakınca, 2008 krizi ertesinde İngiltere Kraliçesinin ünlü Londra İktisat Okulu hocalarından hesap sorması karşısında, Amerika'da krizde malvarlığını yitiren insanların "Wall Street" zenginlerini toplumun yüzde biri olarak niteleyici hesap sorması, olayların toplumsallaşması açısından anlamlı geliyor bana. Kraliçe bilim insanlarından anlamlı çaba beklemektedir. Heyhat, Sayın kraliçe! Halk ise, ancak kendisine çarpan durumla uyanmakta ve tepki koyabilmektedir.

Akıl almaz hazin iki durum; çok değerli arkadaşım Sedef Kabaş olayı ve "dinmeyen kin" yansıması sembolü Pınar Selek olayı! Halk bu olayları TV dizisi gibi algılamakta ve izlemektedir. Neden, çünkü, henüz kendi başına gelmemiştir. Siyasetin tek sığınma aracı olan orantısız şiddeti halkımız film gibi izlemektedir. Halk hiç düşünmez mi ki, bu insanlar sıcak evlerinde oturmak yerine hangi akla hizmetle bu işleri yapıyor da, akıl almaz işkencelere maruz kalıyor! Amerika'da krizle yoksullaşan insanların Wall Street kakışı gibi, Türkiye'de de insanların karanlık siyasete karşı tepki koyması için başına bir şey gelmesi mi gerek! Evet, maalesef!   

Halk ile siyasetçi arasında görüntü ve algılamayı düzelterek halka gerçek görüntüyü vererek politik demokrasinin önü açabilecek ara araç aydınlardır. Ne var ki, aydını üreten de toplum olduğundan, garip bir kısır döngü içinde yol alıyoruz. İçinden geçtiğimiz dönem bir "rönesans" mı, yoksa giderek derinleşen bir karanlık mı? Bunu bilmek için kahin olmaya gerek yok. Ancak, belki şu düşünce biraz içimize su serpebilir; tarihin karanlık çağı olarak anılan dönem aydınlanma ile dağıtılmışsa, demek ki her karanlık kendi tepkisel potansiyelini de yaratıyormuş! Yeni Yıl'ın ilk yazısını böyle bir umutla bitirmek adına, dileyelim ki, giderek derinleşen karanlık aynı hızda aydınlanma potansiyeline gebe olsun ve doğacak yeni düzen sadece toplumu karartan siyasetçiyi değil, siyasetçi kuklası aydın ve medya güruhunu da tarihin derinliklerine gömsün!