Bu Kriz Bitmez

Kapitalizmin doğası krizlidir. Bu iktisadi bir kuraldır.

Kapitalizm “kendiliğinden” krize girer, ama “kendiliğinden” krizden çıkamaz.

Kriz, kapitalist sistemin uzun dönemli durgunluk dalgalarının içindeki derin çökkünlük periyodlarıdır. 1970'lerin ortasından beri uzun durgunluk dalgasının içindeyiz ve her dört beş yılda bir de kriz denilen çöküşleri yaşıyoruz.

Kapitalist sistemin 2. emperyalist savaş sonrasındakine benzer uzun bir genişleme dalgasının üzerine binebilmesi, özgün bir birikim rejimi yaratabilmesine bağlıdır. 1970'lere kadar uzanan özgün birikim rejiminin adı Fordizm'dir.

Her özgün birikim rejimi, üretim araçlarında, emekgücünün üretim araçları karşısındaki diziliminde, emekgücünün denetim sisteminde ve üretim hedeflerine bağlanma mekanizmalarında, kâr oranını sıçratacak, koordineli ve birbirinin etkisini potansiyalize edecek yeniliklerin yaşama geçirilmesi ile yaratılabilir.

1970'lerin ortasından itibaren burjuvazinin gerçekleştiremediği budur. Her ne kadar adına esnek üretim sistemi denilen yeni bir birikim rejiminden söz edilse bile, bu yeni rejimin bileşenlerinin birbirlerini potansiyelize eden etkisi hep sınırlı kaldı.

Buradaki temel sorun, Fordist birikim rejiminin emekgücünün kolektif taleplerini dikkate almış olmasına karşılık, esnek üretime dayalı birikim rejiminin tam tersi konumda kalmış olmasıdır.

Sanılanın aksine, esnek üretim sistemi emekgücünü çıplak sömürü mekanizmalarıyla sömürür ve emeğin sınıfsal örgütlenmesini kesinlikle reddeder.
Esnek üretim sisteminin bu özelliği, emperyalist ülkeleri, son 30 yıl içinde iki farklı stratejiye yöneltti. Bunlardan birisi emperyalist ülkelerin kendi işçi sınıflarıyla uğraşmak istememiş olmalarıyla, diğeri ise sermayenin birikim düzeyinin ulaştığı seviyenin yarattığı azgınlık derecesiyle ilişkilidir.

Birinci strateji, içeride esnek üretimin gerektirdiği mutlak sömürü mekanizmalarının uygulanmasının doğal sonucu olarak ortaya çıkacak işçi sınıfı direnişleriyle uğraşmamak adına, üretimin çevre kapitalist ülkelere kaydırılmasıydı. Uzakdoğu'da, Latin Amerika'da kimi piyasaların yükselmesinin nedeni budur. Ancak burada adından esas söz edilmesi gereken Çin'dir.

İkinci strateji ise azan, en kısa zamanda en büyük vurgunu gerçekleştirmek hırsına kapılan sermaye sınıfının, üretimden kopması ve spekülatif alanlara yönelmesidir. Bütün mali spekülasyon araçları ve konut piyasası üzerinden gerçekleştirilen balon işte bu gözü dönmüş hırsın sonucudur.

Birinci strateji özellikle ABD ekonomisinin içini boşalttı, işsizlik oranları yükseldi, bütçe açığı kapatılamaz boyut kazandı, ABD tamamıyla dışarıya bağımlı hale geldi, ama en önemlisi Çin ABD'nin karşısına siyasi ve askeri bir rakip olarak da çıkmaya başladı.

İkinci stratejinin sonucunda ise konut sektöründeki ve mali alandaki balonlar patladı.

Bunlar bize krizde mali önlemlerin etkisiz kalacağını gösterir. 2008'de tetiği çekilen krize karşı geliştirilen genişlemeci müdahalelerin herhangi bir etkisinin olmadığını, olamayacağını, son birkaç aydır ve özellikle de son bir haftadır yaşananlar bir kez daha kanıtlıyor.

Şimdi, 2008 yılında mali sermayenin borçlarını devralan devletler batıyor.

Bütün bunlar kapitalizmin kendiliğinden ve topyekun çökeceği anlamına gelmez. Ama kapitalizm kendiliğinden de krizden çıkamaz.

Kapitalizmin yeni bir birikim rejimi yaratmaya mecali kalmamışsa, yapabileceği tek şey emekgücünün üzerine saldırmak, global ölçekli yıkımlarla sermaye birikimini sıfırdan yeniden tesis etmektir.

Zaten bu oluyor. Dünyanın neredeyse her yerinde savaşlar var. Ancak bu kadar savaş sermaye birikim dinamiğini yeniden kurmaya yeter mi şüphelidir.

Kesin olan nokta şudur: Mevcut birikim rejimi sermayenin bugünkü birikim düzeyini taşıyamıyor. Birikim rejimindeki tıkanıklıkların aşılması sermayenin değersizleştirilmesini gerektiriyor: Saldırı ve savaş.