Tüketim Toplumu ve AVM’ler

AVM inşaatında yaşamını yitiren 11 işçinin anısına

Dil, ideoloji yüklüdür. Bu nedenle de terimler, kavramlar, adlandırmalar asla “masum” değildir ideolojinin bunların üzerlerine örttüğü bir tül vardır ve işe bu tülü kaldırmakla başlanmalıdır.

Alışveriş Merkezi (AVM) adlandırmasındaki “alışveriş” sözcüğüne bakalım örneğin. Sözcük ilk bakışta, karşılıklı olarak yapılan bir işi anlatıyor gibi görünmektedir: İnsanlar, ihtiyaç duydukları her şeyi tek başlarına üretemeyeceklerine göre, birbirleriyle bir mübadele, değişim ilişkisi içerisine girerler ürettiklerinin bir kısmını ihtiyacı olanlara verir ve ihtiyacı olanı alırlar.

Peki günümüzün kapitalist toplumlarında alışveriş sözcüğü buna mı işaret etmektedir? Yani insanlar alışveriş eyleminde ihtiyaç sahibi eşit özneler olarak bir araya gelmekte ve değiş-tokuşta mı bulunmaktadırlar? Bu sorunun yanıtı açık bir şekilde hayırdır. Alışverişte, ürünler satın alınır ve bunun karşılığında da ödeme yapılır, burada alışveriş sözcüğünün zihinde ilk anda uyandırdığı değiş-tokuşa dayalı bir eylem, bir mübadele söz konusu değildir. Alınan ürün, özel mülkiyet niteliği taşıyan üretim araçlarında üretilmiş, piyasaya sunulmuş, reklamla desteklenmiş ve tüketilmesi hedeflenmiştir yani bir ihtiyaç olarak “icat edilmiştir”, bu anlamıyla da “hakiki” değil, “sahte” bir ihtiyaçtır kitleler bu ürünü tüketmeleri gerektiğine ikna edilmişlerdir. Ürünün tüketilmesi gerekir çünkü tüketildiğinde kişiye bir statü sağlayacak, onu sosyal bir gruba dâhil edecek ve böylelikle bir tatmin yaratacaktır.

O halde bir tüketim toplumu hüviyetine bürünmüş günümüz kapitalist toplumlarında, alışverişten söz etmek mümkün değildir alışveriş sözcüğünün üzerindeki mistik tül kaldırıldığında aslolanın tüketim olduğu ve bunun alışveriş şeklinde adlandırıldığı görülebilir. Demek ki öncelikle kapitalizmde ve AVM olarak adlandırılan yerlerde gerçekleştirilen eylemin alışveriş değil, tüketim olduğunun saptanması gerekir.

Tüketim toplumunun cisimleştiği yer olarak AVM, bir mikro piyasa ve kapitalist ütopya mekânıdır. AVM piyasanın mikro görünümüdür, çünkü burada farklı sektörlere ait sayısız ürün ve binlerce marka, yüzlerce dükkânda “rekabet” halinde tüketicinin önüne sunulur, tüketici de bunlardan istediğini “özgürce” seçer. AVM Marx’ın meta fetişizmi kavramsallaştırmasının doğrudan gözlemlenebileceği yerdir, çünkü burada “insanlar arasındaki ilişki, şeyler arasındaki ilişkiye dönüşmüştür” ve insanlar birbirlerini “gerçek” insanlar olarak değil, meta üretiminin bir parçası olarak görürler, yani “özne” olmaktan çıkıp nesnelerin hükümranlığı altına girer, nesneleşirler.

AVM’yi bir kapitalist ütopya mekânı haline getiren ise sadece “rekabet” ve “özgürlük” değildir. Güvenlik ve temizlik, günün birinde bütün kamusal hizmetlerin özelleştirileceğini müjdeler bir şekilde özel şirketlerce sağlanır. Her nokta, günün birinde her yerin gözetlenebileceğini müjdelercesine kameralarla gözetlenir. Çalışma rejimi, günün birinde her çalışanı kapsayacağını müjdelercesine taşeronlaşma üzerine kurulmuştur ve çalışanların çoğu, günün birinde bunun tüm bir çalışma hayatına yayılacağını müjdelercesine güvencesiz ve asgari ücretle çalıştırılmaktadır. AVM’yi kapitalist ütopyanın bir maketi, bir modeli haline getiren tam da budur: AVM kapitalizmin gelecekteki imgesini sunar, geleceğin kapitalizmini bugünde temsil eder.

Kapitalistler için bir ütopik mekan olma niteliği taşıyan AVM’ler, tüketim toplumunun mensupları için ise bir ibadethane niteliği taşımaktadır çünkü günümüz kapitalizminde tüketim, dinle benzer bir işlev görmekte ve insan varoluşuna (sahte) bir anlam katmakta, bu ise bir tüketim dininden söz etmemizi olanaklı hale getirmektedir. Tüketim dininin tanrısının kredi kartı olduğu söylenebilir çünkü kredi kartı, elbette ki para yerine geçerek ve özellikle taksitli ödemeyi mümkün kılarak, bir varoluş biçimi olarak tüketimi yaratır, ona can verir. Söz konusu olan, tüketerek var olmak, varlığını bu şekilde anlamlandırmaksa, tüketim dininin kutsal metninin hesap ekstresi olduğu iddia edilebilir ekstrede yer alan ürünler ve bu ürünlerin markalarıyla fiyatları, tüketim dininin mensubu için dinini ne kadar doğru, ne kadar hakiki yaşadığının bir göstergesidir çünkü.

Orta sınıftan ailelerin haftasonu etkinliği olarak AVM gezisi, tüketim toplumunu anlamanın bir anahtarıdır. Aile, babanın sürdüğü özel arabayla AVM’ye gider, vitrinlere bakılır, “alışveriş” yapılır, fast-food yiyeceklerin satıldığı restoranlarda karın doyurulur, kahve zincirlerinin şubelerinden birinde kahve içilir, çocuklar oyun alanlarında oynatılır, sinemaya götürülür. AVM bu anlamıyla bir tüketim kompleksidir, tekstil, gıda, yeme-içme, kültürel etkinlik vs… AVM, tüketimin her türlü boyutuyla tek bir mekânda icra edilmesine izin verir. Bu mekâna dilencilerin, yoksulların, tinercilerin girmesi ise yasaktır orta sınıfın kendini güvende hissetmesi, rahatsız edilmemesi ve vicdan azabı çekmemesi için gereklidir bu.

Orta sınıftan ailelerin haftasonu etkinliği olarak AVM gezisi, kamusallığın da reddidir aynı zamanda, ya da olsa olsa sahte bir kamusallıktır. Trafikte gidip gelirken ve AVM’deyken kimseyle temas edilmez, iletişim kurulmaz, ortak bir faaliyet içerisine girilmez, ortak varoluşa dair meseleler konuşulmaz, tüketim toplumunun mensuplarını ortaklaştıran tek şey tüketimdir fakat tüketim, kitleleri bireyselleştirerek, atomize ederek ortaklaştırır, bu nedenle de AVM gezisi anti-kamusal bir nitelik taşır ya da sahte bir kamusallık üretir.

AVM, nasıl ki fast-food yiyeceklerin tüketildiği mekânsa, kültürel fast-food ürünlerinin de tüketildiği mekândır. Hemen hepsinde kitabevi zincirlerinin bir şubesi vardır ve buralarda çok satan ve elbette ki çok hızlı bir şekilde tüketilecek olan kitaplar ve müzik albümleri, herhangi bir üründen farksız olarak sergilenir. Kitap ve müzik, AVM’de modanın bir parçasıdır, o dönem hangi yazar ya da hangi şarkıcı moda ise, kültür ona göre tüketilir. Aynı şekilde, hemen her AVM’de bir sinema salonu zincirinin şubesi bulunur ve bu salonlarda, ayrı ayrı her yaşa hitap eden ve çok izlenmesi amacıyla çekilmiş Hollywood filmleri ya da yerli filmler, kitlesel bir şekilde izlenirler, yani tüketilirler.

Tüketim ve tüketimin mekanı olarak AVM, alt sınıfların ehlileştirilmesinin, düzene entegre edilmesinin en önemli mekanizmalarından biridir. AVM’de “sınıf bilinci” bütünüyle ortadan kalkar, yerini “statü bilinci” alır alt sınıflar tüketim ve AVM’ler aracılığıyla kendilerinden üst sınıflarla özdeşim kurdukları gibi, sınıf atlama hayallerini de muhafaza etmeye devam ederler. Asgari ücretle çalışan milyonların, üç beş aylık kazançlarına denk düşecek fiyatta cep telefonları taşımaları ya da AVM’lerde çalışan genç kadınların ve erkeklerin izin günlerinde başka AVM’lere gezmeye gitmeleri bunu kanıtlar niteliktedir.

Fransız filozof Jean Baudrillard, “Tüketim Toplumu” isimli kitabında şöyle der: “Eski Roma’daki Pantheon gibi, bizim kendi Pantheon’umuz, bizim Pandemonium’umuz olan Süper-Alışveriş-Merkezimizde tüketimin tüm tanrıları ya da iblisleri, yani aynı soyutlamayla yok edilmiş tüm etkinlikler, tüm işler, tüm çatışmalar ve tüm mevsimler buluşuyor. Bu şekilde birleşmiş hayatın özünde, bu evrensel özette artık anlam olamaz.”

Demek ki tüketim toplumu çağında, başka bir dünya arayışı içinde olmak, aynı zamanda bir anlam arayışı içinde olmak ve başka bir dünya için mücadele etmek, aynı zamanda anlam için mücadele etmek demektir. Hayatı anlamlı kılmak, “sosyalizm nedir” sorusuna verilmiş en anlamlı yanıtlardan biri olabilir.