Bölünmüş Sudan ne anlatıyor?

Daha önce Sudan’a bu köşede iki kez değinmiştik, bir kez Sudan tarihindeki hatırı sayılı sınıf mücadelelerine kısaca bakmış, geçen hafta ise Müslüman Kardeşler bağlantısını kurmaya çalışmıştık. Ancak Sudan halkının yaşadığı deneyimler daha çok su kaldırır. Bu yazıda Sudan’ın bölünmesini ele alacağız. Güney Sudan dünyanın en genç devleti ve 193. bağımsız ülkesi olarak anılıyor.

1956’ya kadar İngiliz sömürgesi olan Sudan’da bağımsızlıkla birlikte hemen iç savaş çıkar. Hindistan gibi İngiliz sömürgeciliğinin geri çekildiği birçok ülkede benzer bir iç savaş süreci yaşanmıştır. Emperyalizm çekildiği ülkelerde kuvvetli bir yönetim kalsın istemez.

Sudan’da kesin çizgilerle bir etnik ayrım yoktur ancak kuzeyde Arap halkı ve Müslüman nüfus daha fazlayken, güneye doğru gidilince orijinal Afrika dinleri ve Hristiyanlık ağır basmaya başlar. İngilizler bağımsızlık için ayaklanma eğiliminde olan Araplara karşı güneyde Hristiyanlığı yayan misyonerleri görev çağırırlar. Ayrıca 10. paraleli hiza alıp kuzeyde ve güneyde yaşayan halkın birbirine karışmasını engellemeye çalışmışlardır. Bunu kuzeyde görülen sıtma salgının güneye yayılmasını önleme bahanesiyle yapmışlardır ama aslında amaç bir bölünmeye zemin sağlamaktır.

İç savaş yıllarca devam eder, çok büyük insan kaybı yaşanır. Bu süreç ve Sudan egemen sınıfının tutumu bu yoksul ülkedeki toplumsal eşitsizliği daha da artırır. Aşağıdaki Sudan haritası bebek ölüm hızının dağılımı gösteriyor. Genel olarak bebek ölüm hızı dünya ortalamasının çok üstündeyken, güneye doğru gidildikçe artış dikkati çekiyor.

Bebek ölüm hızını gösteren Sudan haritası. Her 1000 canlı doğumda bir yaşını görmeden ölen bebek sayısı kuzeyde 60-70 aralığındayken güneyde 100’ün üzerine çıkıyor.

2005’te barış anlaşması imzalanır, yapılan referandumda Güney’de halkın çoğunluğu ayrılıktan yana oy kullanır ve 2011’de Sudan Güney ve Kuzey olarak iki ayrı devlete bölünür.

Çok az tanıdığımız bu ülke ve halkı için, hele çekilen onca acıdan sonra bu bölünmeye karşı çıkacak halimiz yok. Sonuçta 192 devlete bölünmüş dünyaya bir tanesi daha ekleniyor.

Ancak bölünmenin sonuçlarını gözden geçirebiliriz. Önce şu aşığıdaki bölünmüş Sudan haritasına göz atalım.

Harita Sudan’ın İngilizlerin daha önce çizdiği hat boyunca nasıl bölündüğünü gösteriyor. Görüldüğü gibi petrol yataklarının büyük bölümü Güney Sudan’da kalırken, denize ulaşan petrol boru hatları Kuzey Sudan’da kalmış.

Bölünmeden sonra her iki ülkenin de yoksulluğu katmerleniyor, çünkü ülkenin en önemli gelir kaynağı olan petrol yataklarının büyük bir bölümü Güney’de, Kızıldeniz’e açılan petrol boru hatları ise Kuzey’de kalıyor. Güney petrol hattını kullanmak için Kuzey’in aldığı vergiyi pahalı buluyor ve denize açılmak için yeni hat inşası gündeme geliyor. Kuzey’deki halk ayaklanmasında bu yoksullaşmanın önemli bir payı olduğu söyleniyor.

Her iki tarafta da petrol kuyuları büyük ölçüde Çin firmaları tarafından işletiliyor ve petrol Çin’e sevk ediliyor. Her iki tarafta da bugün çok büyük toprak parçaları yabancı ülkelerin şirketleri tarafından kiralanmış durumda.

Örneğin, İsrail’in Güney Sudan’dan İsrail büyüklüğünde bir toprağı uzun süreli olarak kiraladığı biliniyor. İsrail Güney Sudan’ın en önemli silah tedarikçisi haline geliyor ve İsrailli askeri uzmanlar ordunun içinde görev yapıyor.

Bölünme bağımsızlıktan çok emperyalizme daha fazla bağımlılık getirmiş gözüküyor.

Üstelik etnik çatışmalar her iki tarafta da sonlanmış değil. Güney Sudan’ın iki büyük kabilesi birbiriyle çatışıyor. Bunun yeni bir bölünmeye neden olup olmayacağını bilmiyoruz.

Sonuçta şunu söyleyebiliriz:

Geçen yüzyılda sömürge imparatorluklardan bağımsızlaşma ve kendi ulusal pazarını feodalizmi gerileterek oluşturma çok önemli bir toplumsal ilerleme başlığıydı. Hele bu mücadele dünyanın ilk işçi sınıfı devleti olan Sovyetler Birliği tarafından desteklenince daha fazla önem kazanmıştı.

Şimdiyse etnik ve dini temelde her bölünme emekçi halka özgürlük değil, emperyalizme daha fazla bağımlılık ve uluslararası şirketlere bir mülk devri anlamına geliyor.

Oysa içinde bulunduğumuz sosyalizme geçiş çağı, geniş coğrafyalardaki halkları etnik temele bakmaksızın eşit ve özgür kılma iddiasını taşıyor. Ekonomik, kültürel ve siyasi bütünleşmeyi eşitlik temelinde sağlayacak olan sosyalizm, emekçi sınıfların bu çürümüş ve batmakta olan dünya düzenine karşı en büyük kozu olacak.