O şey nasıl bir şey…

Erbil Tuşalp'in “O şey nasıl bir şey...” başlıklı yazısı 12 Mart 2013 Salı tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

BİLEN BİLİYOR: Siirt’in Silopi’sinden, “hanım köyden” seslenen Recep Bey’in öfkesini can kulağıyla dinleyenler, diline pelesenk yaptığı “sabırla beklenmesi” gereken “o şeyin” nasıl bir şey olduğunu, sanırım, bir kez daha anladı.

Mal meydanda manzara şu: Nankörlük edilmeyecek. Emrin olur beyim. Ekmeksiz günler unutulmayacak. Başım üstüne ağam. Ekmek gelince tepilmeyecek. Elbette mirim. “Marifet iltifata tabi” tutulacak. Can feda şıhım. Teşekkür edilecek. Ona ne şüphe hocam. İstediği bu. Atla deve değil. Verelim gitsin.

Aslında şarkılı türkülü “birlikte yürünen” uzun ve çileli yolun sonunda, karşımıza dikilecek “o şeyin” ne melanet bir şey olduğu çok uzun zamandır belli. Bilen biliyor. Son on yılda yasama, yürütme ve yargının eylem ve söylemlerine bakınca, rejimin niteliği tüm çıplaklığıyla ortaya çıkıyor. Kısaca “o şeyin” nasıl bir şey olduğuna modern dünyanın değerleriyle bakınca takke düşüyor, kel açılıyor. Görmek isteyen görüyor.

***

İMAMIN ORDUSUYLA: Başkan hülyalı Başbakan’ın “hanım köy” önerisinin tersine nankörlük edelim. Ekmeksiz günleri unutalım, methiye düzmeyelim. Ama neyin ne olduğunu gösteren son on yıl üstündeki yalan örtüsünü kaldıran Recep Bey’e teşekkür edelim. “Marifetlerini iltifatla süslemekten vazgeçip “akepe icraatının sahibi aslisi” Recep Bey’in ülkesine göz atalım:

Önce, Türkiye Cumhuriyeti’nin Türkiye İslam Cumhuriyeti olduğu gerçeğini görelim. Hukuk devletinin güvenlik devletine dönüştürüldüğünü, rejimin imamın ordusuyla korunup kollandığını, Diyanet İşleri fetvalarının Anayasa ve yasaların önüne geçtiğini kabul edelim.

Yargıda engizisyon anlayışının egemen kılındığını, savcı ve yargıcın öç alma aracı yapıldığını, eli kanlı burnu kokainli katillerin ve diri diri insan yakanların af kapsamına alındığını bilelim.

Yolsuzluk ve usulsüzlüğü, vurgunu, soygunu, zimmeti, irtikap ve ihtilası, rüşveti, kara parayı, kumarı “ekonominin olmazsa olmazları” arasına sokan vekil-i vükelayı anımsayalım.

Çoluk çocuk aile boyu hırsızlık yapanları “milli iradenin ret oylarıyla” aklayanları asla unutmadan besmeleyle çalan, şükürle yutan devlet ve siyaset adamlarının hakkını kesinlikle yemeyelim.

Bu arada, buradan ve bence yurdun dört bir köşesinden, “o şeyin nasıl bir şey olduğunu” gösterme çabası için Recep Bey’e bir kez daha okkalı bir teşekkür yollayalım.

***

AKEPE YAKINI: Her şeyden önce, “Bu Başbakan, gerçek ne ise o gerçeği konuşur” deyişini örnek alıp, biz de onun gibi gerçekçi davranıp teşekkür almayı hak edelim.

Bu satırların yazıldığı anda, cezaevlerinde 6’sı imtiyaz sahibi ve yazı işleri müdürü, 70 gazeteci tutuklu ve hükümlü olarak bulunuyor. Oysa Türkiye’nin Başbakan’ı aslında tutuklu gazetecilerin sayısının “parmak sayısını geçmediğini” söylerken, ülkenin küçük yalanlarla yönetildiğini söylüyor ve elbette teşekkürü hak ediyor.

Saygın basın örgütlerinin “Türkiye’nin bugün gazeteciler için dünyanın en büyük hapishanesi” olduğunu açıklamasına aldırmıyor. 2013 yılı dünya basın özgürlüğü sıralamasında Türkiye’nin, 179 ülke arasında 154. sırada yer almasını iplemiyor. İyi ediyor.

Son on yılda, en az 167 gazeteci gözaltına alındı. Bu süre içinde, 489 medya çalışanı ve en az 64 medya kuruluşuna 553 saldırı yapıldı. Türkiye Yayıncılar Birliği’ne göre, son on yılda 276 kitap hakkında dava açıldı.

Türkiye’de 2012 yılı sonunda ifade özgürlüğüne ilişkin tam 176 bin 247 dava olduğunu ben söylemiyorum, “akepe yakını” Recep Bey’le Gül Bey’in ortak dostu, Anayasa Mahkemesi Başkanı söylüyor.

Cezaevindeki milletvekillerini, bilim insanlarını, generalleri, subayları, avukatları, sendikacıları, öğretmenleri, doktorları, gençleri yok sayan siyasi tercihiyle rejimin niteliğini sergilediği için dahası o şeyin nasıl bir şey olduğunu gösterdiği için bence, teşekkürü hak ediyor. Sizce?