Köşkün kapısından

Türkiye cumhurbaşkanı seçim ortamına girmemek için örtülü bir direnç içinde. Adı ister arayış, ister pazarlık olsun fiskos sürüyor. Ama köşkün yeni sahibinin kim olacağını merak eden yok gibi.

Aday “kuvvetli bir ihtimalle” belli olduğu için olsa gerek yeni cumhurbaşkanının kim olacağı değil, ne getirip ne götüreceği konuşuluyor. Getirecekleri değil, götürecekleri sıralandığında yüzyıllık cumhuriyetin köküne kibrit suyu dökmek için sabırsızlanan bir kadronun işbaşı yapması bekleniyor.

İmamdan bozma sultan, diyanetten yapma halife, seraskerden çakma sadrazam düşledikleri modele pek bir yakışıyor. Elbette kimsenin eli armut toplamıyor. Ama siyasete yön veren büyük çoğunluk Çankaya’nın yeni patronunun nitelikleri üzerinde durmuyor, en azından bilinen özelliklerini gözden geçirmiyor.

Sanki bir standardı varmış gibi bir suskunluk egemen. Mayasıllı bir üslupla durup dinlenmeden “ben de ben, elbette ben” diye konuşan güçlü aday Tayyip beyin özellikleri yediden yetmişe herkesin malumu. Bir tek onun tahsili terbiyesi, eni boyu kilosu belli. Bir de elbette Gezi’den Gezi’ye geçen sürede açığa çıkan insana “düşmanımın başına...” dedirten göz ardı edilemeyecek “korkutucu” ve “hatta teşhis ve tedavi gerektiren” özellikler söz konusu.

Tekme tokat, küfür hakaret, yalan dolan, bitmeyen öfke ve eskimeyen kin elbette standart dışı. Evet, belki kayda alınmış bir standardı yok ama cumhurbaşkanının niteliklerini belirleyen hukuk var. Halâ var mı, kaldı mı kuşkulu ama genel ahlak kuralları da var. Hatır için biraz da gelenek görenekten de söz edilebilir.

Ben değil biz
Eğer konuşulup tartışılacaksa masada öncelikle pastel özellikler olmalı. Önemsenmeli.

Türkiye’nin on ikinci cumhurbaşkanı iskambilden şato kurmamalı. Sövene dilsiz, dövene elsiz bir halk oluşturmayı düşlememeli.

Yaşam hakkını her şeyin önünde tutmalı. Yaşamayı asıl hak edenlerin, asla tutsak alınamayanlarla, ölümü göze alabilenler olduğuna inanmalı.

Çadır tiyatrosunda Hamlet, satranç masasında pişpirik oynamamalı. Müslüman mahallesinde salyangoz satmamalı.

İslam dünyası liderliği, genişletilmiş Ortadoğu eş başkanlığı gibi düşlerin peşinde koşan sazan olmamalı. Şalvarı şaltak, eğeri kaltak Osmanlı’ya özenilmemeli.

İti ite kırdırtmamalı, ölmüş atı kırbaçlamamalı. Davulla tokmak el değiştirmeli. Tokmağa göre zıplayanlardan uzak durmalı.

Şeriatın kestiği parmağı acımalı. Of demeli, insaf demeli, yeter demeli. Bağımsız yargının yerine kadı ile ulema geçmemeli. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay gibi yüksek yargı organlarının kestiği parmak acımamalı. Hak, hukuk devleti demeli.

Bir kısım medyayı düşman bellememeli, bir kısım medyayı silah gibi kullanmamalı. İfade ve anlatım özgürlüğünü alınıp satılan bir meta haline getirmemeli. Yasaklamadan değil, özgürleştirmeden yana olmalı.

Kralın çıplak olduğunu haykıranlarla, kralın çıplaklığını örtmeye çalışanlar arasında taraf olmamalı. Yandaşlarına değil karşıtlarına karşı da hoşgörülü ve alçak gönüllü olmayı düşünebilmeli.

Özgürlüğün bir bedeli olduğuna inanmalı. Daha fazla özgürlük için korku, yılgınlık, teslimiyet duymayanlara saygı duymalı. Herkes için özgürlük istemeli, özgürlüğü kollektifleştirebilmeli.

“Ben” değil “biz” diyerek yaşamanın üstesinden gelenlerden yana olmalı. Bireycilikten değil, bireyden yana olmalı. Kayıtsız boyun eğmeye, koşulsuz sadakata karşı çıkmalı. Soranın sorgulayanın, hayır diyenin yanında yer alabilmeli.

Siyasal yelpazesinde tüm siyasal görüşler din ve inanç yelpazesinde tüm dinler ve inançlar, etnik yelpazesinde tüm ırklar yer almalı. Alevi’yi, Kürt’ü, Türk’ü, Ermeni’yi, Yahudi’yi, inanmayanı, namaz kılmayanı, oruç tutmayanı, içki içeni, mini etek giyeni, dans edeni, örtünmeyeni, muhalif olanı, yolsuzluğunun üzerine gideni düşman görüp yok etmek isteyen anlayışı reddetmeli, karşı çıkmalı.

Aklın, bilginin, bilimin ve duyarlığın insancıl bir değeri olduğunu bilmeli. Aşkı, tutkuyu, coşkuyu, hüznü, acıyı, direnci, inancı, paylaşmanın coşkusunu tatmalı.
Ütopyalara, romantizme, özleme ve elbette sevgiye sevdaya evet diyebilmeli. İnsanların düş kurma hakkı olduğuna inanmalı.

Köşkün kapısı
10 Ağustos 2014 tarihinin yanına, hiç kuşkusuz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne “cumhurbaşkanı” değil Türkiye İslam Cumhuriyeti’nin “ilk başkanını” seçmek için halkın sandık başına sürüklendiği bir gün notu düşülecek.

“Avrupa Birliği Hıristiyan birliği” diyen de, “Elhamdülillah şeriatçıyız” diyen de “Biz İslam’ı hayat tarzı olarak görmek istiyoruz” diyen de,”biz referansı İslam olan bir düşünceyi temsil ediyoruz” diyen de halkın oylarıyla Köşk kapısından yüz geri edilmeli.

Birine “hayat tarzı” ötekine “referans” olarak çağ dışı değerler yükleyen emperyalizmin oyunu bozulmalı.