Bul karoyu al parayı...

17 Aralık’ı ve 24 Şubat’ı rahatlıkla içine sindiren Türkiye, dört bakanı aklamak için sergilenen olmadık yalan dolandan sonra, kuşku yok ki 10 Ağustos’u da hiç zorlanmadan hazmedecek.

Konuşulan yüz kızartan suçlama değil, hazım sonu sohbeti sanki.

Siyasetin seyir defterinde 17 Aralık’ın cumhuriyet tarihinin “en büyük iktidar soygunu” olarak kayda alınmasının 24 Şubat’ın karşısına “soygunun en somut kanıtı” notu düşülmesinin hiç mi hiç önemi yok.

10 Ağustos ise halkın “cumhurbaşkanı” değil yeni rejimin “ilk başkanı”nı seçmek için bin bir dalavere ile sandık başı hesaplaşmasına gittiği önemsiz gün olarak tarihe geçecek.

Bu tarihler Türkiye bir hukuk devleti olmadığı için, Türkiye’nin ar damarı çatladığı için önemsiz.

17 Aralık ve 24 Şubat’ı içine sindirip hazmeden gamsız tasasız milyonların 10 Ağustos’a bakışı bu. Belli ki 10 Ağustos’un da kıymeti harbiyesi olmayacak. Olmayacak çünkü köşk sanki bu adamlara ipotekli. Babalarının malı, biri kalkacak öteki oturacak. 98 gün sonra sandık açılacak büyük olasılıkla Gül Bey gidecek Tayyip Bey gelecek. Siyaset ehlinin hayata katacağı proje bu.

Zora korkuya dayalı okuspokuslu abrakadabralı kurgu buysa “12. Cumhurbaşkanı nasıl biri olmalı?” diye düşünmek gereksiz. Gereksiz çünkü cennet ve cehennemle uyuşmuş din ve etnik ayrımcılığa koşullanmış çalma ve çarpmaya alışmış Türkiye halkına “bul karoyu al parayı” formatlı “ya o, ya bu” algısı dayatılıyor.

Ancak'lı ama'lı
Sözgelimi kendi çalıp kendi dinleyen biri çıksa yeni cumhurbaşkanı “demokrasiyi evrensel kurallarından soyutlamayan biri olmalı” dese ya da “Batı ile Doğu, alaturka ile alafranga, modern ile postmodern arasında sağlıklı bir sentez yapabilmeli” dese veya “ ayakları bu toprağa basmalı” dese aklının birazı başında olan insanların tümü “bence de...” dışında ne diyebilir ki?

Hadi buyrun üç-beş soruya üç-beş yanıt isteyelim güçlü adayın boyunu ölçelim:

“Demokrasiyi evrensel kurallarından soyutlamayan” bir Recep Tayyip olabilir mi? “Alaturka ile alafranga, modern ile postmodern arasında sağlıklı sentez yapabilen” bir Recep Tayyip var mı?

“Değişim ve dönüşümle, yabancılaşma ve başkalaşımı birbirinden ayırabilen değişim ve dönüşümün insanı yücelttiğine, yabancılaşma ve başkalaşımın insanı küçülttüğüne inanan” bir Recep Tayyip duydunuz mu?

“Sokakların alanların sesine kulak veren insanların düşünce ve inançlarını korkusuzca açıklama hakkına sahip olduğunu söyleyebilen halka ‘ülkenin içinde bulunduğu koşullar’ tuzağı hazırlamayan” bir Recep Tayyip hiç oldu mu?

“Temel hak ve özgürlüklere ‘ancak’lı... ama’lı... fakat’lı... bize göre’li...’ sınırlar koymayan temel hak ve özgürlüklere aykırılık olduğunda, ulusal egemenliğin ulusal sınırların ortadan kalktığını kabul eden” bir Recep Tayyip mümkün mü?

Vukuat hatta sabıka
Son on iki yılın görmüş geçirmişliğinden sonra hiç kimse, cumhurbaşkanı olsa da, dahası başkanlık düşü gerçekleşse de onun çağdaş değerlerle buluşacağına inanmıyor. Çünkü o demokrat olmanın olmazsa olmazlarını ya bilmiyor ya da kendine özgü değerlerle tanımlıyor. Demokrasiyi istediği durakta ineceği tramvaya benzeterek içinde biçimlenip yetiştiği İslam faşizmini selamlıyor.

Dahası demokrat bir insanın temel özellikleri arasında antimilitarist, antiemperyalist, antikapitalist, antişovenist olma önceliğinden haberi yok. Emek, düşünce, anlatım, iletişim, örgütlenme, öğrenim özgürlüklerini kendine göre tanımlıyor. Toplantı ve gösteri, kanun önünde eşitlik, adil yargılanma gibi hakların kullanılmasını anarşi ve terör sayıyor.

Demokrat insanın barıştan yana olduğunu bilmiyor. Savaş trampetlerine kulak tıkamıyor. Barış şarkıları dinlemiyor. Ayağının bu toprağa basmadığına, elinin başka, gönlünün başka yerde olduğuna ilişkin dünya alemin bildiği onlarca vukuatı ve hatta sabıkası var.

Sonuçta sıcak bir yüreği, serinkanlı bir beyni yok. Üstelik, sevecenliğin ve hoşgörünün çok uzağında. Özetle iyi bir insan değil. Yanlış anlaşılmasın, kimse ayıplamasın aklımdan “iyiler cennete” demek geçiyor.