Bozuk saat bile...

SANKİ PARTİ PROGRAMI: Kaldığımız yerden devam. Soruları yanıtsız bırakanların aslında ne istediklerini biliniyor. Amaçları hiç kuşkusuz “İslami bir devlet kurmak ve toplumu İslamileştirmek”

İslam ülkelerinin, ayrıca on bir gün öncesine kadar Mısır’ın siyaset ajandalarındaki ortak madde bu. Yadsınsa da, Türkiye’de rejimin rotasının İslam cumhuriyetine çevrildiği “Gezi İsyanı” ile bir kez daha gerçek oldu.

Aslında siyasal İslam, bilim dünyasında yeni uç veren “teodemokrasi” kuramını uzun süredir konuşuyor. “Seçimle gelmek” ve bir daha gitmemek olarak özetlenebilecek kuram, görünürde “din özgürlüğü ve insan hakları arasında bir denge oluşturmanın” yollarını arayan “dinde reformu” açıklıyor.

Dinde reform oyunu “demokrasinin İslami temel ve değerler üzerine de inşa edilebileceği”, kitlelerin “demokrasinin sadece Batı’nın değil, tüm insanlığın sahiplenebileceği bir değer olabileceği ütopyasına inandırılacağı” kurgusuyla pazarlanıyor.

Kaldı ki dünyada 2,5 milyar, Türkiye’de 76 milyon Müslümanın yaşadığı gerçek çok başka. Kutsal kitabın kitlelere “sanki parti programı” gibi sunulduğu unutulmasın. “Ben buna göre yöneteceğim, sen buna göre yaşayacaksın” baskısıyla boyun eğdirildiği anımsansın.

“Camiye bomba koydular...” geleneğinden gelen Başbakan’ın son konuşmalarında “camide ayakkabıyla dolaşmak, camide içki içmek, camide sevişmek, hamile kadın dövüp üstüne işemek, türbanlı kızlara sövmek” ve benzeri söylemlerle pazarladığı “çözüm İslam’da” seçeneği, Mısır’dan önce Türkiye’de iflas etti.

* * *

CENNETTE BULUŞMA: Bir parlamento düşünün dayatma ile hazırladığı, halkın yüzde 32’sinin katıldığı bir referandumda korku ile kabul ettirdiği yeni anayasayla ifade özgürlüğünü, kadınların ve azınlıkların haklarını kısıtlasın.

Veya “Müslüman çiftlerin cennette buluşacağı” gerekçesine dayanarak “kocaların ölen karılarıyla ilk altı saat seks yapabilmesine olanak sağlayan fetva”yı tartışsın. Ya da gündemindeki evlilik yaşını 14’e indirmeyi öngören yasayı görüşsün. Dahası bir internet yayınında bilsayarın ışıklı mavi camında bir Hıristiyan kadına tekbirler eşliğinde tecavüz eden bir grubun görüntüsü olsun.

Bir hükümet düşünün ekonomik çözüm üretemesin, devlet kadrolarını yandaşlarıyla doldursun, soygunu vurgunu görmesin, medyadaki karşıtlarını temizlesin. Kritik kamu varlıklarını euro-dolar mafyasına satmaya hazırlansın. Dahası orduyu İslamcılaştırmaya çalışsın.

Bir devlet başkanı düşünün uzlaşmayı reddetsin, bir kararname ile kendisini ve meclisi yargı denetiminin üstüne çıkarsın. Dahası “yeni firavun” ilan eden karşıtları için “onlar bizi akşama kebap yapmadan biz onları öğlen yemeğinde yiyeceğiz” diyerek halkı bölen bir devlet başkanı olsun. Özetle Mısır ve Mursi, özetle bu.

* * *

‘AMA’SIZ...’ SİYASET: “Seçimle gelip, seçimle gitmeli” doğru. “Sandık demokrasinin namusudur” çok doğru. Ancak “ama’sız...” siyaset olmuyor. Olmuyor çünkü bu saptamaları “kimin niçin” yaptığına bakmak, “bozuk bir saatin bile günde iki kez doğruyu gösterdiğini” anımsamak gerekiyor...

Sandığı ayarlamışsın. 1-) Amerikan Büyükelçisi’nin Yüksek Seçim Kurulu’nu bir değil iki kez ziyaretine ses çıkarmamışsın. 2-) Kurulun kullandığı bilgisayar sistemindeki güvenlik açıklarına aldırmamışsın. 3-) Seçmen kütüklerinin YSK tarafından hazırlanmasını öngören anayasa hükmünü değiştirmişsin. 4-) Seçmen kütüğünü “adrese dayalı nüfus kayıt sistemindeki bilgilerle” İçişleri Bakanlığı’na bağlı Nüfus ve Vatandaşlık İşleri Genel Müdürlüğü ile Devlet Bakanlığı’na bağlı Türkiye İstatistik Kurumu’na hazırlatmışsın. 5-) Oyların sayılmasında SEÇSİS ve MERNİS’in yanında, Adalet Bakanlığı’na bağlı ulusal yargı ağı UYAP’ı “yükleme ve aktarma” ile görevlendirmişsin.

“Yürütmeye bağlı oluşturulan bir seçmen kütüğü ile yapılacak seçimin meşruiyeti tartışmalı olacağına” ilişkin savlara yanıt bile vermemişsin. Parlamentonun, iktidarın, hükümetin meşruiyetini “İçişleri ve Adalet Bakanları’nın müstehzi gülüşlerine” bırakmışsın.

Meşruluğunu kaybetmiş bir iktidara karşı “direnme hakkının” ne olduğunu bilmediğinden uysa da uymasa da “sandığın demokrasinin namusu olduğunu” söyleyip duruyorsun. İyi de “meşruiyetin neyin nesi olduğuna” niye hiç değimiyorsun.