Bu müzakere çok su kaldırır

Başlıktaki gibi diyecektim ki, Pazartesi günü Başbakan yardımcısı Beşir Atalay Bugün gazetesine konuştu ve “Süreç samimi ilerlerse iki sene sürmez” dedi.

Bazen öyle havalar oluşuyor ki, Kürt sorunu iki aya kalmaz çözülür zannediliyor. Atalay'ın olumlu bir tarih olarak iki yılı telaffuz etmesi, hayalci ve acilcileri yere indirmelidir.

Birinci söylemek istediğim bu: Kürt sorununda Türkiye egemen güçlerinin arzuladığı ve Kürt ulusal hareketinin kabul edeceği yeni bir statükoya geçilmesi belirli bir süreye yayılabilir.

İkincisi, bu sürenin içinde gelgitler olması da kimseyi şaşırtmamalıdır.

Yalnızca geçen haftayı düşünün Erdoğan'ın küfreder gibi “silahı bıraksınlar, istedikleri yere gitsinler” lafını hazmetmekte belli bir zorluk var. Zaten Murat Karayılan da “Öcalan'ın söylediklerini anlamakta zorluk çektiklerini” ifade ederek benzer bir zorluğa ve daha fazlasına işaret etmektedir. Yoksa, Karayılan'ın aslında PKK'nin zannedilenden çok daha büyük bir güce sahip olduğu görüşünün üstüne herhangi bir bina kurulamayacağı belli.

Ortadoğu'da dengeler çok çabuk oynuyor. Ayrıca Kürt hareketinin İran-Suriye eksenine yerleşerek gücünü arttırma perspektifinin hayata geçirilebilir olduğu doğru değil. Bu, olsa olsa geçici, taktiksel veya mecburiyetten olabilir. Ama Ortadoğu'da Barzanicilik “iktidardayken”, Apoculuğun “muhalefet”e konumlandırılması, bugün konu dışıdır. Kimse böyle bir stratejik tercihte bulunamaz.

Erdoğan ve Karayılan'ın ayak sürümelerine BDP'nin Newroz sloganı eklenmeli. İlan edildiğine göre 21 Mart'ın ana taleplerinden biri “Öcalan'a özgürlük” olacakmış. PKK'nin elindeki asker ve diğer görevlilerin teslim edilmesinin “İkinci Habur” anlamına gelmemesinde o kadar hassas olan AKP'nin, müzakere sürecinin ilan edilmiş bir maddesi olarak Öcalan'ın özgürlüğünü sindirmesi bu aşamada olanaksız. Zaten AKP'nin oy oranının düşmesi söz konusuyken...

Bu verilerin bir kilitlenme yaratma ihtimalinin karşısına Öcalan'ın çıkartılacağı görülüyor. Önümüzdeki günlerde PKK açısından onur kırıcı olmayan bir çatışmasızlık durumunun İmralı'dan formüle ve ilan edilmesini bekliyor herkes...

Atalay'ın verdiği sürenin içine ise en az iki büyük olay yerleşecek: Bir, yerel seçimler. İki, Anayasa. Belki Atalay da bunu kast ediyordur...

Tabii Anayasa dendiğinde iş orada kalmıyor ve Erdoğan'ın başkanlığı, dolayısıyla da İkinci Cumhuriyet'in geleceği ekleniyor listeye.

Öcalan görünüşte haklı çıkacak neredeyse! AKP'nin kaderi İmralı'da belirlenir bu tabloda...

Ancak en başta süre açısından söylediğimi içerik açısından tekrar etmek durumundayım. Aceleden ve hayallerden uzak durmamak bizi yanıltır.

Bir kere silahın bir enstrüman olarak tümden değer yitirmesi imkansızdır. Her iki tarafın bu kozu tedavülden kaldırmayacağını bilmek zor değil. Burası Türkiye!

Hoş Fransa'da da durum farklı değil. Yalnızca sıklık, yoğunluk, alenilik değişiyor. Ama burjuva siyaseti, ister demokratik ister baskıcı rejimlerde, şiddetsiz yaşayamıyor.

Bu süreçte şiddete konu olacak bir başka başlık da, kuşkusuz ve ne yazık ki göçe zorlama olacaktır...

Acelecilik ve hayalcilik konusunda bir başka boyut daha var.

Malum tutanakları ben okuduğumda, on yıllardır olup biten her şey AB Yerel Yönetim Sözleşmesi için miydi, diye geçirdim içimden.

O kadar değil, denecekse, buna din kardeşliğini, Kürtçe kullanımını ve kimi figürlerde düğümlenen siyasi gelecek tartışmalarını ekleyebilirim.
Sonuncudan başlarsak Erdoğan başkan olacak mı, Öcalan adada mı tutulacak, PKK liderleri ne olacak, KCK affı çıkacak mı... Bu gelecek tartışmalarının yapılabilmesi için yerel yönetim, din kardeşliği ve Kürtçe meselelerini halletmek gerekir. Taraflar birbirlerinin geleceğini ellerinde koz olarak tutmak isteyeceklerdir.

İyi de mesele sadece bu olabilir mi?

Yerel yönetim reformunun sermayeyle ilgili olduğunun, dahası, kendisi için kabus olacağının farkına varacak Kürt emekçisi yok mudur? Asgari ücretin “zaten” uygulanmadığını, sosyal güvenliğin “zaten” olmadığını mı söyleyecek bütün Kürt emekçileri!

Yerelliklerin Avrupa tipi güçlendirilmesinin kaynak ve gelir paylaşımı üstünde sakil bir rekabetin önünü açacağını görecek Kürt aydını yok mudur?

Hepimiz müslümanız söyleminin, eve kapanmak olduğunu Kürt kadınının görmemesi mümkün müdür?

Din kardeşliği denen Sünni hegemonyası koşullarında, Kürt Alevileri “yeter ki barış” olsun diyerek asimilasyona razı mı geleceklerdir?

Sonuç olarak bu müzakereler daha çok su kaldırır. Süreç ise masada değil, siyasal mücadeleler zemininde akacaktır.